Kategori: Müzikli Hikayeler

  • Aşk: Kaybedenlerin oyunu

    Aşk: Kaybedenlerin oyunu

    Raskolnikov24 ve Karenina26, gökyüzünü alev alev yakan bir günbatımında üstünde martıların uçtuğu, ara sıra yunusların çıkıp havada taklalar atıp tekrar daldığı bir okyanus kıyısında uzaklara bakıyorlardı. Arkalarındaki ağaçlardan gelen rüzgarın hışırtısı ve şarkılarını akşam saatlerine saklamış olan kuşların sesleri ortamı aşık olmak için ideal bir hale getiriyordu.

    Raskolnikov24’ün sarı saçlarının rengini daha belirginleştiren mavi gözleri; Karenina26’nın pürüzsüz bir tene sahip ince omuzları üstündeki gezindi. Sonra neredeyse batan güneşle aynı renkteki kızıl saçlarını süzdü. Gözlerinin yeşili, dişlerinden gelen ışıltı, minik ellerini süslemek için oraya konmuş izlenimi uyandıran narin parmakları, akan sakin bir dere doğallığında vücut hatları…

    Raskolnikov24’ün sağ eli Karenina26’nın sol elini ezberlemekle meşguldü. Her boğumu, her girintiyi, tırnaklarının üstündeki kayganlığı, elinin sıcaklığını… Kulağına aşka dair bir şeyler fısıldadı, mümkün olan en kısık ses tonuyla. Kız güldü mümkün olan en melodik sesle. Sonra kız onun kulağına bir şeyler söyledi güzelliklere dair. Oğlanın elmacık kemiklerinin çevresi kızardı biraz.

    Bir sessizlik oldu. Oğlanla kız birbirine baktı bir süre. Kız güldü ama oğlan gülmedi. Ardından oğlanı titreme aldı. İnsansı bir titreme değildi bu. Yüzü silikleşmeye başladı. Ayaklarından saçlarının ucuna kadar mozaiklendi, hemen ardından kızı da titreme aldı. Kız “hayır yapma” diye bağırdı, oğlanın titremeleri arttı ve kör edici bir aydınlık; okyanusu, günbatımını, ormanın yeşilini ve güzel kadınla adamı alıp götürdü.

    Aydınlığın, sanal gerçekliğin ardından, leş gibi bir sokak, kara kuru bir kız, kısa boylu ve hafif kambur duran bir erkek kalmıştı. Bilgisayarın yarattığı, güzel olan her şey gitmişti. Oğlan “oyunun bana verdiği yetkiyle…” diyerek başladı söze. “Dur!” diye bağırdı kız, “bunun bir aşkı kaybetme oyunu olduğunu biliyorum. Bunu kazanırsan çok para alacağını da biliyorum. Paraya ihtiyacın olduğunu da biliyorum. Kim ötekini daha büyük hayal kırıklığı yaratarak terk ederse daha çok para kazanacağını da biliyorum. Ama ben…”

    Kız sözlerini bitiremedi. Gözlerinden aşağı yaşlar süzülmeye başladı. Kaybetme oyununda sanal gerçeklikle güzellikler yaratıp karşısındakini terk etmek mükemmel bir fikirdi. Ve kız bu tuzağa düşmüş görünüyordu. Gözyaşlarını engellemeye çalışmadan, neredeyse haykıran bir ses tonuyla konuşmaya devam etti: “Ben senin sanal gerçeklikteki tipine değil, avuçlarıma dokunan o ellerine aşık oldum. Bu yüzden seni terk etmedim, edemedim. Aşk gerçek hayatta da bir kaybetme oyunu biliyorum. Ama seni gerçekten sevdim ve ne kadar sürerse sürsün, ne kadar sefil olursam olayım ellerimi bırakmanı istemedim. Beni istediğin zaman bırakabilirsin. Ama ellerimi bırakma. Aşkı kaybedenlerin oyunu yapma…”

    Adam durakladı. Gözleri doldu. Bakışlarını kaçırdı önce. Ardından bakışları kızın ellerine kaydı. O yumuşacık, kemikli ama sevgi vaat eden eller. Avcunun içinde denizdeki minik balıklar gibi çırpınan eller. Para, şöhret ve hayatının sonuna kadar mutlu bir yaşam… Bu potansiyel büyük aşkla kıyaslanabilir miydi? Kıyaslanmalı mıydı? Gözyaşlarına engel olmayı bıraktı. Kıza sarıldı. Sıkı sıkı sarıldı. Bir daha gitmesini engelleyecek kadar sıkı sarıldı.

    Kız onun vücudunu saran kollarına bıraktı kendini. 2000’li yıllarda 27 yaşında intihar eden bir kadının söylediği şarkıyı mırıldanmaya başladı tatlı tatlı: “Love is a loosing game…”

    Şarkının son kıtasını okuduktan sonra durdu. Kulağına doğru iyice yaklaştırdı dudaklarını ve “oyunun bana verdiği yetkiyle seni bırakıyorum” dedi.

    Adamın gözyaşlarının debisi iki katına çıktı ve neredeyse tadı değişti. Çok büyük kandırılmış, hiç ummadığı yerden darbe yemiş ve oyuna gelmişti. Kadın, o zamana kadar bu oyunda yaşanmış en büyük kandırmalardan birini gerçekleştirmiş ve rekor bir puan ve ödülle oyunu sonlandırmıştı.

    Hala onu kollarında tutmak isteyen adamdan usta bir manevrayla ayırdı kendini. Gökyüzünden kendini izleyen kameralara doğru eski tiyatrocuların yaptığı tarzda bir selam verdi.

    Erkek salaktı ve neredeyse hala birkaç dakika öncesindeki kadar aşıktı kıza.

    Hep öyle değiller miydi?

  • Kırılmasın diye durur kalbim…

    Kırılmasın diye durur kalbim…

    İnsanlar sanki kendileri iyi bir zekaymış gibi kendilerine benzeyen yapay zeka robotlar üretmek istedi tarih boyunca. Kendi kendine düşünen ve hatta karar veren robotları ilk yaratan tarihe geçecekti. Bu konuda yoğun bir savaş vardı dünyanın dört bir yanına dağılmış mühendisler arasında.

    Zeka ve otonom karar mekanizması ne ola ki? Robotun ününe bir engel çıkınca etrafından dolaşması mı? Bir uzvunu ateşe sokmaması mı? Araba kullanırken yolun ortasında salak salak oturan köpeği ezmeden etrafından dolaşması mı?

    Bu sorunun cevabını aşk olarak verdi bir felsefe profesörü. Aşk açıklanamaz ve çok insani bir kavramdı. Durumdan duruma, sevenden sevene, hatta sevilenden sevilene değişirdi. Al da şu kavramı tanımla deseniz kimse size aşk budur diyemezdi ama aşık olmuş bir salağı görseniz 23 kilometreden tanırdınız.

    Dünyanın ilk aşık robotunu İsviçre’nin en iddialı yapay zeka takımı hayata geçireceğini söyledi. Tüm dünyadan sır gibi saklanan yöntem çok basitti aslında. Yapay zeka insan aklının muhakeme gücünü kazanabilmek için onun birkaç ömürde biriktiremeyeceği kadar veriye maruz bırakılırdı. Yapay zekayla çalışan avukat mı yapacaksınız? Sokun bütün hukuk davalarını beynine, alınan tüm kararları harmanlasın ve size hukuk anlatsın. Doktor mu yapacaksınız? Tüm hasta bilgilerini ve onları iyileştiren tedavileri yükleyin hafıza kartlarına yanılmaz şaşırmaz bir doktor olup çıksın.

    Peki aşık bir yapay zeka üretmek için ne yaparsınız? Ona aşkı öğretirsiniz. İçinde aşk yansımaları olan tüm şarkıları, şiirleri, filmleri, roman ve öyküleri derlediler. Gerçekten gelişmiş bu hafıza yığınının içine sokuşturdular. Tıp, hukuk ve mühendislik alanlarında yapay zeka üretmek ne kolaydı, ne kadar güzel sınırları vardı bu bilim dallarının. Ama aşkın sınırları neredeyse yoktu. “Aldığı kadar” dedi bir profesör. Yaklaşık 6 aylık bir bilgi depolama ve bunları işleme sürecinin ardından yapay zeka aşka hazırdı.

    Profesörlerden biri bir asistana yapay zeka ile sohbet etme emri verdi. Kız bu deneyin gururlu ve gönüllü bir parçası olarak neredeyse hiç uyumadan bir ay boyunca yapay zeka robotla konuştu, kendini anlattı. Robot bu uzun sohbetin ardından gerçekten de kendine öğretilmemiş insani salak aşık tepkileri vermeye başladı. Asistan yanından uzaklaştığında işlem hızı düştü, yanındayken aşırı tepki vermeye, daha çok pil kullanmaya başladı.

    Eğer profesörler cihazın uyku konumunda da etrafı dinleyebildiğini hesaplamış olsalardı deney kesinlikle başarıyla sonuçlanabilirdi. Ama profesörler uyku moduna aldıkları robotun yanında aşık olunması istenen kadın asistana sende de ona karşı duygu yoğunluğu oluştu mu diye sordular. Elbette şaka yapıyorlardı. Kız yaşının ve güzel olduğunu bilip bunu kullanan her kötü kalpli kadının yaptığı gibi kikirdedi: “Daha neler artık hocam yani…”

    Robot o anda çalışmaz hale geldi. Tüm ekip panik halinde milyonlarca dolar harcanmış bu robotun üstüne atlayıp onu tekrar çalışır hale getirmeye çalıştılar. Ancak robot çalışmayı reddediyordu işte.

    İsviçreli uzmanlar arasında Türkçe bilen olsaydı o anda robottan salona yayılan ve “anlamsız bir tepki” olarak niteledikleri şarkının sözlerinden çıkarım yaparlardı. Ancak kimse bu eski şarkının ne demek istediğini araştıma gereği duymadı:

    Kırılmasın diye durur kalbim

    Usul usul bedeni aşar aşk

    Aşk ölmez biz ölürüz…