Kategori: Spor

  • Empati yoksunluğundan ölmek

    Empati yoksunluğundan ölmek

    Havasızlıktan ölmek ve susuzyktan ölmek gelir insanların aklına genellikle. Ölünen bazı yoksunluklar vardır. Empati bunlardan değildir belki. Ama olmalıdır.

    Ben olayı bir başka boyuta, sosyal medya tarafına getireceğim.

    Kötü ve çirkinliklerle dolu bir maçın birinci yarısında kendimi iyi bildiğimden gerçekten önemli ve bağlayıcı bir karar aldım: Facebook ortamına iki gün boyunca yazma dedim kendi kendime. Ama bunu kendi kendime söylemem çok da bir şey ifade etmiyordu. O yüzden bunu bir de Facebook ortamına söylemek istedim. Bağlayıcılığı olmalıydı. Orada yazarsam utanmalıydım kendimden ve oradaki arkadaşlarımdan…

    İlk yarısı çirkin geçen bir maç, gerçekten de ikinci yarıda düzelemezdi. En az ilk yarıdaki kadar çirkinliklerle bezeli olarak devam etti ve bitti. Bir takım için herkes için çirkin bir maçtı. Seyircisinden yorumcusuna hakeminden futbolcusuna kadar çirkindi. Tutacak tarafı olmadığı için teker teker aha şu çirkindi bu güzel diye anlatmak istemiyşorum.

    Yıllar sonra okunduğunda da anlaşılabilmesi için bu notları düşmekte yarar gördüm. Yoksa maç filan anlatacağım yok.

    Şimdi gelelim empati eksikliğinin yarattığı veya yaratması gereken yoksunluğa…

    Maç sonrası muhabbetler güzeldir. Yenen için de yenilen için de… Kendi içinde bir itiş kakış yaşanır daima. İnsanların birbirine takılması güzeldir. İnsanların birbirine takılması sırasında neşeli anlar da yaşanır hafif hüzünlü ve asabiyet yaratan anlar da… Sorun değil geçer gider. Maçtan çok bu anlardadır heyecan.

    Ancak empati yoksunuysanız aynı zamanda zeka kısırlığı da yaratır bu… İnsanlar zekice şeyler söyleyip karşıdakini kızdırmaya çalışmak yerine ana avrat giderler. Onun oyuncusu şöyle bunun oyuncusu böyle, bu takım şöyle hatta bunun tutanlar şöyle böyle şeklinde girerler muhabbete.

    Aptallıktır bu. Ayılıktır. Bunu evinde yalnız ve donunla otururken yapmanda hiçbir sorun yoktur. Ama bunu sosyal medyada yaptığın zaman herkese gösterirsin ne kadar düşünce özürlü olduğunu. Aynı zamanda ne kadar impati yoksunu olduğunu da gösterirsin. Okul arkadaşların, mahalle arkadaşların, iş arkadaşların, arkadaşlarının arkadaşları ya da başka alanlarda fikirlerine saygı duyduğun insanları ne kadar kırdığını düşünmezsin.

    Bu politik bir konu olsa tamam diyelim herkesin kendini kendi açısından ifade etme phakkı var kimse kimseyi kıracak diye kendi fikirlerini ifade etmekten uzak kalmamalı. Ama bu boktan br spor karşılaşmasının içinde yaşanan bir şey. Bunun için insanları kırmaya ve kendine karşı cephe aldırmaya değer mi? Yani… Zekadan zekaya değişir bu…

    Bu işin bir de diğer tarafı, kartopu etkisi var. Sen bunu yaparsın, adam bu lafın altında kalmaz ve o da seni rencide eder. Pinpon gibi gidip gelirken bir de bakarsınız ki geri dönülmez noktayı 345 kilometre geçmişsiniz. Maçta kim haklı kim haksız konusunu tartışırken böyle bir yere gelirsiniz işte.

    O yüztden ben farkettim ki iki gün yazmamak iyi. Yetmez ama evet. Yeterli olan tarafı iki gün boyunca Facebook’u da kapatmak. Çünkü açık olursa iyi sandığın adamların ne kadar çirkinleştiğini görüyorsun. Geriye belki de yaşayacak şey kalmıyor.

    Bu arada son olarak söyleyeyim neden facebook facebook diyorum da Twitter’ı filan cümle içinde kullanmıyorum diye: Çünkü Facebook sizin seçtiğiniz ve sizi seçen insanlardan oluşur. Bunlar senin sosyal medyada sahip olabileceğin en yakın tanıdıklarındır. O yüzden bu ortamda yapılan ayılıklar daha yaralayıcı ve çirkin olur.

    Bunu yapanlara ayılık aptallık filan diyorum da… Alının. Sizi kastediyorum.

  • El Classico’da Türk olmak

    El Classico’da Türk olmak

    IMG_3259Hayat gözüyle bir el classico görmek istedim, vurdum yollara ve ilk maçı Madrid’de 1-1 biten El Classico’nun Barselona ayağına gittim.
    Gerçekten heyecandan elim ayağım titriyordu. Öyle ya hayatımızda kaç defa böyle br şey seyretmek mümkün olurdu ki? Olmazdı, ya da zor olurdu. Parayla yakalayabileceğiniz bir şey de değildi. Şölye düşünün, son hafta biletler 300 ila 600 Euno arasında bulunamamaya başlamıştı.
    Ama özendiğiniz şey elinize ayağınıza dolaşır ya… Benim de öyle oldu. Göreli olarak yakın bir restoranda yemek yedik. Fakat restorandan çıkınca taksi bulamayacağımızı düşünemedik. Kalabalık bir ekiple 5 taksi bulma çabası içinde yolun ortasında durup gelip geçen arabaların üstüne atlamaya başladık. Maçın başlamasına 45 dakika kala bir taksiciyi darp ederek durdurdum ve arabasına 4 kişi bindik.
    Adama Nou Camp deyince suratı buruş kırış oldu. Acı bana der gibi baktı ama acıyacak bir durumumuz olmadığını gördü. Gerçekten de o ülkede maçı seyredecektim. Bunu o taksicinin burnunu yeme pahasına da olsa yapacaktım.
    Stada yaklaştığımızda trafik kilitlendi. Evet sadece Türkiye’de değil, Barselona’da da stadlara yaklaşınca trafik kilitleniyor. Adam dedi ki abi bırakın beni ben gideyim zaten trafik yürümüyor. Hemen yol gösterici programımı açarak ne kadar kaldığına baktım. Tam 935 metre vardı stada. Düşünmeden parayı verip atladım taksiden. Koşar adımlarla stadın önüne geldiğimde maçın başlamasına 15 dakika vardı. Biletin üstünde filmlerde kasa şifrelerinde gördüğümüzden daha çok sayı vardı: Birinci sayı dizisi en dışarıdan stadın bahçesine gireceğimiz kapıyı anlatıyordu bize. İkinci sayı dizisi stadın içine gireceğimiz kapının numarası… Üçüncü stadın sahayı gören bölümüne gireceğiniz kapının numarası. Dördüncü sıraların ismi, beşincisi ise koltuğun… Açıkçası Türk olduğumuz için mi yoksa stadı çok iyi yaptıkları için mi bilmiyorum, 80 bin kişilik stadyuma sadece 10 dakikada girip yerime oturdum.
    Maç başlamadan önce şaşırarak gördüm ki her yerde Turkish Airlines reklamları vardı. Giriş kapılarından bazılarının isimleri de THY idi. Hatta stadyum ekranlarında sık sık Messili THY reklamları oynuyordu. Biraz gurur duymadım dersem yalan olur.
    Maç başlamadan önce İspanyol taraftarlara ne kadar yüksek değerler biçtiğimin farkın vardım. Adamlar çok güzel oynuyorlar ya… Seyirciler de o derecede nezih insanlardır diye düşünüyorsunuz. Aptalca bir bakış açısı. Futbol dünyanın her yerinde ıvır kıvır insanlar tarafından daha çok seyrediliyor. Maç başlamadan bir tur Real Madridli futbolcularının annelerinin yaptığı mesleği speküle ettiler. Sonra Katalan olmaktan kelli İspanya’nın anasına avradına sövdüler. Sonra başta Ronaldo olmak üzere teker teker futbolculara sövdüler.
    Maç başladığında öyle aman aman takımı itecek, uzaya götürecek bir tezahürat duymadım. Tamam karşı takım veya hakem bir saçmalık yapınca şş alooo tadında bağırıyorlar. Ama melodik şarkıların (ki Boney M’den Rivers of Babylon şarkısının üstüne Babylon yerine Barcelon diyorlar) dışında öyle gazata getirecek barça gol gol gol eller kollar haydi gol duyamadık. Sonra olmayacak bir şey oldu ve Real pis bir kontra atak topuyla penaltı kazandı ve Ronaldo kıllık olsun diye pis bir şekilde ağlarla buluşturdu topu.
    Stad sustu. Oğlum bağırsanıza adamları gaza getirin bir şey yapın. Yok yine saçma sapan tezahüratlar yapmaya başladılar. Arada Pepe gibi adamlar oyuna girince assasino diye bağırmalarını saymazsanız takımları için pek bir şey yapmış sayılmaz Barselona taraftarı… En çok güldüğüm şeyler biri de arkamdaki komik İspanyol abiler oldu. Maçın bir yerinde o gün çok da iyi oynamayan Messi top kaptırdı. Adam bağıra çağıra Messi’ye küfür edip ne biçim oynuyorsun çek git bu takımdan diye bağırmaya başladı.
    Oğlum lan!… Adam Messi oğlum. Bir tane daha yok bundan. Allah özenip bezenip yaratmış, siz de almışsınız. Bugün hani takım istemez ki bu adamı? Zaten oynayamıyorsun git ne demek? Sen ne şuursuz birisin? Messi giderse yerine ne koyacaksın beni mi? Dediğim gibi şuursuzluk dünyanın her yerinde var.
    Ama biraz da şuurluluktan bahsedelim. Maçın bir noktasında manyağın biri kale arkasında meşaye yaktı. Bütün stad aynı anda küfürlere başladı ve o noktada 10 kişi uçarak adamın üstüne atlayıp adamı merdivenlerden dışarı sürükledi. Meşale ve manyak abi saniyeler içinde gözden kayboldu. Sadece dumanlar çıktı. Hatta yanımda oturan Arap abi, olayın başını kaçırdığı için ne oldu diye sordu. Fireworks diyebildim. Şimdi bizde seyircisiz maçlarda bile atılır burada çok makbul değilmiş filan gibi bir konuşmayı yapmayı hiç canım istemedi. Gülüp maça doğru baktım, abiyi görmezden geldim.
    Maçın en önemli noktalarından biri insanların resim çekilme ve çekme isteği. Stada gerçekten 80 bin kişi geliyor. En az 50 bini sırtını sahaya dönerek maç öncesi ve sırasında fotoğraf çektirmeye çalışıyor. Artık herkes o kadar kanıksamış ki baba benim fotomu çeker misin demeye bile gerek yok. Size doğru uzatılan cep telefonu ve kameralarla hemen çekiveriyorsunuz en güzel kareyi.
    El Classico dedikleri 22 kişinin oynadığı br futbol maçıymış meğer. Büyüleyici bir tarafı yok. Ben demiyorum ki FB-GS maçı daha etkileyici. Hayır alakası yok. Oyun her halükarda seyirlik. Ama dünyanın gözünü dikip bakmasını, içeri girmek için 600 Euroyu gözden çıkarmaya değecek bir şey değil… Olmasa da olur gibi geliyor bana şu andaki kafamla

    [history_timeline]