Adam asabi adımlarla alışveriş merkezinden içeri girdi. Artık orta yaşta olmadığını bilen adımlar, eskisi kadar hızlı götürmüyordu giderek irileşen gövdesini. Alışveriş merkezi kapısından içeri girdikten sonra bir an için yapacaklarını düşündü. Burada restoranda önemli biriyle bir buluşması vardı. Ama adını hatırlamıyordu. Aman canım adını hatırlasa ne olacak hatırlamasa ne olacak, sonuçta gideceği yeri hatırlıyordu, gelecek adam onu tanıyordu, gelir masasına otururdu, konuşurken adını da hatırlardı, konu kendi kendini götürürdü zaten.
Adımları onu otomatik olarak alışveriş merkezinin orta yerindeki restorana götürdü. Şöyle bir kolaçan etti dükkanı ve dışarıda oturmaya karar verdi. Hava güzeldi ve cebinde yarısı dolu bir paket ve epeydir keyifle içmek için sakladığı purosu duruyordu.
Küçüklüğünden beri sevdiği bir şeydi kendini göstermek. Yine o çocukken yaptığı şeyi yaparak restoranın önünde bir tam tur atarak sandalyelerin bulunduğu alana girdi, orada da yine bir tam tur atarak en arkaya doğru yönlendi. İnsanları kendine baktıracak kadar yakışıklı olmamıştı hiç, ama insanların bakma ihtimali çok hoşuna gitmişti oldu olası.
Tam istediği masa, en dipteki çevreyi gözetleme masası, boştu. Oraya o ismi vermişti çünkü çevreye çok hakimdi ve insanlar garsona bakmak için kafayı kaldırdıklarında mutlaka onu göreceklerdi.
Ancak o anda kafasında bir elektriklenme oldu. Gördüğü şeyin anlamsız gelmişti ona. Gözlerini kıstı ve oturmayı planladığı masanın hemen arkasındaki alana tekrar baktı. Kaçamak ifadeli, sarışın ve mavi gözlü bir kız ona doğru bakıyordu. Tanıyordu bu kızı, hem de çok iyi tanıyordu. Küçükken, daha okul zamanlarında aşık olduğu kızdı o. O zamanlar daha bir dik dik bakardı insanın suratına. Umarsızdı. Ama şimdi utangaç duruyordu. Bel çevresine kilo almıştı biraz. Göğüsleri de büyümüştü sanki. Aman öyle ya aradan kaç yıl geçmişti ki? 25? 30? Hatırlamak zordu hesap yapmak için de zaman yoktu.
Gözleri ortada bir yerde karşılaştı. O anda kafayı çevirse görmemiş gibi yapsa… Arkasını dönse giderdi. İsterse o kız da kızsın ona… Öküz desin. Ne olacak aradan o kadar zaman geçmiş hatırlamak zorunda mı? De ki hatırladı, o kızla konuşmama hakkı yok mu? Elbette var.
Hem o kız neler yaptı ona? Zamanında, lise zamanlarında az koşmadı o kızın peşinden. Hayatını teklif etti, kendini teklif etti. Geceler boyu uykusuz kaldı, günler boyu onu düşündü. Ama kız bir gün olsun onun tekliflerini dikkate almadı. Şimdi ne demeye uysal uysal bakıyor acaba ona?
Kız ona kaçamak bir tavırla el salladı. Artık kaçış yoktu. Zaten kızla olan geçmişini düşünürken öyle kaçamak makamak değil, öküz gibi gözlerinin içine bakmıştı. Şimdi tanımamış tribi yapmak terbiyesizliğe girerdi.
O da ürkek biçimde el sallayarak karşılık verdi kıza. Gülümseyerek yanına gitti. Ne var ne yok nasılsın görüşmeyeli faslını biraz uzattılar. Çok olmuştu görüşmeyeli ama ne olacaktı işte. Adam kendini yakın hissetti kadına. Kadının da tuhaf bir biçimde ona yakın olduğunu düşündü. Küçükken olmadığı kadar yakın.
Konuşmalarının beşinci dakikasında adam hiçbir şey konuşmadıklarının farkına vardı. O kadar uçucu, o kadar yalan dolan şeyleri birbirine soruyor ve cevap alıyorlardı ki söylediklerinin hiçbiri akılda kalmıyordu. O anda onları dinleyen biri olsa kesinlikle masadaki şişeyi alıp ikisinden birinin, hatta ikisinin de kafasına vurabilirdi. En azından adam bunu kendine yapmayı çok istedi. Kadının yanına gittiği için şimdiden pişman olmuştu.
Kadın hala güler yüzlüydü. Parmağında irice bir altın yüzük vardı. Belli ki evliydi. Göğüs ve kalçaları bir, hatta iki çocuk sinyali veriyordu. Adam konuşurken “iyi ki bu kızla değilim” dedirtecek bir şey aradı, tam olarak aradığı şeyi bulamadı. Belki gevezeliği. Evet evet kesinlikle hayat bu kadını daha geveze yapmıştı. Ama bu bile onun yanından ayrılma isteği vermiyordu ona. Bir şekilde geçmişinden kalan bir açığı kapatıyordu sanki.
Genellikle kendini zeki hissettiren kadınlardan biri değildi. Öyle kadınlar o kadar çoktu ki: Konuşurken öyle aptalca bir şey söyler ki kadın işte deyip geçersiniz. Veya sevinirsiniz oh ne güzel bu kadar aptal kızı kesin kandırır kötü emellerime alet edinirim diye. Ama bu kadın öyle değildi. İyi kitap okumuş, iyi müzik dinlemişti. Neredeyse adamın bildiği her şeyi biliyordu. Hatta ilginçtir adamın bildiği yanlış şeyleri o da yanlış biliyordu.
Adam içinden yükselen asabiyete engel olamadı: Zamanında, o arkadaşlık tekliflerinin birisini kabul etse veya etmiş gibi yapsaydı… Ne kadar farklı bir hayatı olurdu her ikisinin de. Belki sarışın bir kızı olurdu. Belki daha mutlu ya da daha az mutlu olurdu. Şimdiki hayatını düşünür gibi oldu… Gözlerinin önünden bir takım görüntüler geçti ve kayboldu. Küçüklüğünde de böyle yapardı. İstemediği görüntüleri gözlerinin önünden silince kafasından da silmiş olurdu.
Bir anda aklına yapacağı toplantı geldi. Saatine baktı. Karşısındaki kız ona çekingen bir biçimde bir yere gidip gitmeyeceğini sorunca “yok buluşacağım kişi buraya gelecek” dedi kendinden emin bir biçimde. İyi mi yapmıştı bunu söyleyerek? Şimdi kalkıp gitme özgürlüğünü kaybetmişti işte. Ben bir gideyim deyince kız ona “hani buraya gelecekti bulaşacağın adam” demeyecek miydi? Muhtemelen diyecekti.
En iyisi karşı atağa geçmekti: “Senin planın ne, birini mi bekliyorsun?” Bunu akıp giden bir muhabbetin içine sokarak sormak lazımdı, ama dana gibi sormuştu. Kadın güldü, kaçamak bir bakışla saatini inceledi: “Yok öylesine takılıyorum burada. Vaktim çok” dedi. “Benim toplantı yapacağım adam gelince masayı ayırırsam sana ters olmaz değil mi” diye sordu adam kaçamak bir tavırla. Yok canım ne ayıp olacak tavrında yine gülümser bir şekilde kafayı aşağı yukarı salladı kadın.
Adam mutluydu. Bu güleç gözleri, gülerken dudaklarının kenarında çizgiler oluşturan ağzı özlemişti. Özlemenin ötesinde sanki aradan o kadar zaman geçmemiş, yakından tanıyor gibi hissediyordu konuşurken. Bazı cümlelerinin sonunu getirebiliyordu. Ah o kızla birlikte olabilseydi zamanında… Çocukluk hayallerini kaybetmeseydi.
O kadar çok zaman geçmişti ki aradan, konuştukça gözünün önüne geliyordu eski zamanlar. Bir okul partisinde tanışmışlardı. Adam ilk görüşte aşık olmuştu ama bunu söyleyecek kadar yürekli değildi. Hiçbir zaman da o kadar yürekli olmamıştı zaten. Sonra içinde bulunduğu yaşın da getirdiği hormonal dengesizlikler yüzünden o kadar yakınında durmuş o kadar saçma sapan konuşmuştu ki gün gibi ortaya çıkmıştı o kıza olan yangını. Bu da olayı daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmişti.
Bir arkadaş topluluğu düşünün… Erkekler ve kızlar bu ortamda bir hayatı paylaşıyor, birbirlerine hava atıyor, birbirleriyle arkadaşlık ediyor ve hatta yatıp kalkıyorlar. Bu toplulukta en istenmeyen şey adamla kadının durumuydu. Adam kızı sever, kız adamı sevmez, aralarındaki şey gizli kalmanın ötesine geçmiş hatta toplulukta espri konusu olmuştur. Bu durumda ne sevip sevilmenin kutsallığı kalır ne de aralarında bir şey olma ihtimali…
İşte bu yüzden adam o arkadaşlık grubunu sessiz sedasız terk etti. Bu terk ediş ona zaman kazandırdı. O da kazandığı bu zamanı kendini ifade etmek için kullanmaya başladı. Önce anlamlı anlamsız aklına ne gelirse yazdı, sonra anlamsız yazdığı şeyleri arka arkaya daha anlamlı cümlelere dönüştürdü. Sonra günler geceler boyu yazmaktan sıkıldı ve bir anda farkına vardı ki bu sayfalarca yazıyı birkaç kelimelik şiirler içine sıkıştırmak mümkün.
Şiirler yazdı. Önce yazdıklarını çok beğendi, ardından kendini komik duruma düşürdüğünü hissederek hepsini sildi ve defterlerini yaktı. Sonra tekrar yazdı ve ilk yazdıklarının aslında ne kadar değerli olduğunu hissetti.
Hayatı boyunca cesaretsiz kalmasının en önemli sebeplerinden biri olan şeyi yaptı günlerden bir gün… Topladı şiirlerini ve bu kadına sundu. Bunu niçin yaptığını bilmiyordu. Akıl almayacak kadar aptalca bir hareket olduğunu düşündü bunu yaptıktan yaklaşık 14 dakika sonra. Hatta eve dönerken yumrukladı kendini. Ne bekliyordu acaba? Kızın şiirlerini çok beğenip kendini onun kucağına atmasını mı…
Kızla sonraki buluşmasında içinde şiirlerinin bulunduğu defterini aldı. Kız hiçbir şey söylemedi, o da sormadı. Çok güzelmiş şiirlerin dedi kız, o da teşekkür etti. Konu kapandı, kızla da muhtemelen bir daha hiç buluşmadılar.
Şimdi bir alışveriş merkezinin kenar restoranlarından birinin sote bir masasında hayatta olmayacak şeylerden bahsediyorlardı. Hayat adeta bir bilim kurgu romandı.
Bir yıllık cesaretini bir araya getirerek kadına “şiirlerim” dedi… Kadının gözleri fal taşı gibi açıldı… “Şiirlerimi beğenmiş miydin?” Adam bunu söyledikten sonra kadının gözlerine bakmak ve bakmamak arasında gözlerini bir noktaya odaklayamaz bir halde kaldı.
Kadın umarsız bir biçimde dik dik onun gözlerine bakmaya başladı. Gözleri dolu dolu olmuştu. “Dokunsalar ağlayacaktı” kavramı onun için icat edilmişti sanki.
Gözlerinin bu kadar göz yaşını bir arada tutabilmesi fizik kurallarına aykırıydı. Neredeyse göz bebeğinin en ortasındaki yuvarlağa kadar göz yaşıyla dolmuştu. Adam o anda masadan kalkıp gitse muhtemelen kadın peşinden gelemez, zira önünü göremezdi. Şu anda herhangi bir şey görebilmesi zaten söz konusu değildi.
“Şiirler… Şiirleri hatırlıyorsun!” Kadın bunu söylerken artık fizik kuralları göz yaşlarına galip geldi. Göz yaşlarının her biri diğerini geçmeye çalışarak yanaklarından süzülüyordu. Gözle çene arasındaki mesafenin ne kadar kısaymış meğer. Adam bunun farkına vardı.
Adam da epeydir hissetmediği duygulara kapıldı, bacaklarının vücuduyla birleştiği yerlerin karıncalandığını, çenesinin titrediğini hissetti. O kadın, gençliğinin o kızı… Onun şiirlerini hatırlıyordu. Onlarca yıl öncesinde yapılamamış bir sohbeti yapmaya başlamışlardı ve bu her ikisinin de gözlerinin dolmasına neden olmuştu.
“Şiirlerimi hatırlıyor musun?” diye sordu kadına. Kadın bu sefer hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bu, hatırlıyorum anlamına geliyordu herhalde. “Senin şiirlerini hiçbir zaman unutmadım, hep sevdim” dedi kadın. Adamın buna çok sevinmesi gerekiyordu belki, ama bu onu sinirlendirdi. Madem sevmişti, onca seneden bu zamana aklında tutmuştu, neden o zaman sevdiğini ima eden tek bir kelime bile etmemişti… Neden zamanında ona bir umut ışığı yakmamıştı… Bir anda kafasında yirmiden fazla neden kelimesiyle başlayan soru uyandı. Bunların her birinin verilemeyen cevabı sinir katsayısının artmasına neden oluyordu.
Kadın artık kırmızı renge bürünen mavi gözlerinin ardından sus işareti yaptı adama. Bir süre konuşmasını istemiyordu belli ki. Adam şaşkınlık içinde kadına baktı. Ağzını her açışında kadın elini uzatıp adamın elini tam sevdiği gibi tutuyor ve hafifçe sıkarak susmasını sağlıyordu.
Ağlama ve hıçkırıklarla dolu birkaç dakikanın ardından kadının gözleri balon gibi şişmişti. Açıkçası yine de güzel görünüyordu.
“Senin şiirlerin hep çok güzeldi” dedi kadın birkaç dakika nefes alamamış birinin yaşadığı zorlanmayla. Ben onları hep okudum. Sen bana şiirlerini verdiğinde çok gençtim. Ama onların bir kopyasını çıkarmayı akıl ettim o zamanın salaklığıyla…”
Adam şaşkına dönmüştü. Hayatının bir bölümü yeniden anlam kazanıyordu şimdi bu kelimelerle…
“Sonra seninle bir süre görüşmedik. Şiirlerini sana verdikten sonra hep senden haber bekledim ama sen haklı olarak kaçtın benden ve ben senin peşine düşemeyecek kadar salak ve gençtim. Şiirlerini beş sene sonra okuduğumda daha farklı şeyler düşünmeye başladım ve kaçırdığımın ne olduğunu anladım. Sonra bir gün o deniz kenarındaki üniversitede bir arkadaş toplantısında seni görünce artık benim adım atmamın gerektiğini anladım…”
İşte bu inanılmazdı. Evet adam deniz kenarındaki bir üniversitede okumuştu. Ve o kadın kesinlikle onu görmüştü ama yanına gelmemişti işte: “Niye gelmedin yanıma? Neden sevmedin beni sever gibi olduysan neden bunu bana söylemedin? Kaç sene seni düşündüğümü biliyor musun?”
“Biliyorum” dedi kadın, “beni en az 5 sene 9 ay ve 14 gün düşündün!..”
İşte bu çok saçmaydı. Kadın bir de utanmadan onunla dalga geçmeye başlamıştı. “Sen var ya sen” diye bağıracak oldu, kadın tekrar uzanıp elini sıktı ve onu susturdu:
“Seninle son görüşmemizin ardından, 5 sene 9 ay ve 14 gün sonra seninle üniversitende karşılaştık. Bu kadar zaman geçtiğini ben bilmiyordum, sen bana söyledin. Sonra kol kola deniz kenarında yürümeye başladık. Sonra ben sana senin şiirlerini okudum, sen az daha denize düşüyordun. Sonra hemen oracıkta bana evlenme teklif ettin ve 3 sene 3 ay ve 4 gün sonra seninle evlendik.”
Adam şaşkınlıktan yere düşecekti. “Ne diyorsun sen” diyecek oldu. Kadın yine elini tutarak susturdu onu…
“Seninle evlendik, iki çocuğumuz oldu. Senin şiirlerini kitap haline getirdik. Çok güzel ve mutlu bir hayat sürerken sende bir hafıza hastalığı başladı. Ve bir takım şeyleri unutmaya başladın ve ben seninle haftanın belli günleri burada buluşup sana eski yaşadıklarımızı yeniden hatırlatmaya başladım…”
Adam şaşkındı. Hafızasını zorlayarak kadın hakkında bir şey hatırlamaya çalıştı… Kesinlikle bomboştu hafızası. Kadının yalan söylediğini kanıtlayan bir şey de yoktu aklında. Buluşacağı adam… Hala kim olduğunu bilmiyordu. Bir başkasıyla evlenmiş miydi? Bilmiyordu.
Tek bildiği bir zamanlar çok sevmiş olduğu bir kadın ona çok sevecen gözlerle bakıyordu. Yemediklerinin hesabını masaya bırakıp kalktılar. Sersemlemiş adımlarla alışveriş merkezinin kapısına doğru yürümeye başladılar.
“Sana kitabının kapağındaki resmi göstereyim mi” diye sordu kadın.
Adam “Benim şiir kitabım mı” diye sordu.
“Sahilde iki çocuk” diye düzeltti kadın. Son bir yıldır ilk kez şiirlerini ve kitabını hatırlamıştı adam. Keşke bu iyiye gidiş olsaydı. Gözyaşlarına mutluluk gözyaşları süsü verdi.
by admin