KANAL VARSA DENİZ, ORMAN VE SU YOK
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, “Kanal İstanbul Çalıştayı” kapsamında yapılan “Çevresel Boyut, Su ve Ekoloji” oturumunda ortaya çıkan genel fikir, Kanal İstanbul’un yapılması durumunda İstanbul’un deniz, orman ve su konusunda geri dönüşü mümkün olmayan zararlar göreceği şeklinde oldu.
İBB Park Bahçe ve Yeşil Alanlar Daire Başkanı Prof. Dr. Yasin Çağatay Seçkin yönetiminde gerçekleştirilen oturumda, Kanal İstanbul’un çevreye, su kaynaklarına ve ekolojiye yapacağı etkiler ele alındı.
Oturuma İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahsen Yüksek, Hacettepe Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemal Saydam, Bilim Akademisi Üyesi Prof. Dr. Derin Orhon, İstanbul Üniversitesi – Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) Türkiye Koruma Direktörü Dr. Sedat Kalem ve TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Su ve Atık Su Komisyonu Başkanı Selahattin Beyaz konuşmacı olarak katıldı.
MARMARA DENİZİ CAN ÇEKİŞİYOR
İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahsen Yüksek, Marmara Denizi’nin ekosistemi hakkında bir sunum yaptı. Marmara Denizi’nin Boğazlar sisteminin bir parçası olduğunu belirten Yüksek, “Marmara Denizi tarihten bu yana daima hep önemli bir deniz olmuştur. Marmara’nın üretkenliğini akıntı sistemi sağlamaktadır. Tuzluluğu farklı iki yoğunluktaki suların karışmasıyla Marmara iki tabakalı bir şekilde hayat bulmaktadır. Bu sistemin yanında bir de insan etkisi söz konusudur. Türkiye nüfusunun oldukça önemli bir kısmı Marmara etrafında kümelenmiştir. Bu da deniz üstünde daha fazla baskı oluşturmaktadır. Zaman zaman basında gördüğümüz denizin renginin değişmesi, balık ölümleri gibi haberler denizin ‘Artık can çekişiyorum’ uyarısıdır” dedi.
Marmara Denizi’nde 2015 sonrasında dip oksijen değişiminin de olumsuz yönde arttığının tespit edildiğine dikkat çeken Yüksek, şöyle konuştu:
“Dip oksijenin alt suyunun öldüğünü elimizdeki veriler bize söylüyorlar. Marmara Denizi kışın üretkenliği artan bir denizdir. Ancak özellikle körfez içlerinde durumu oldukça kötü durumlardadır. Susurluk başta olmak üzere havzalardan gelen yük giderek artmaktadır. Yine 2009 ile 2016 arasındaki farka baktığımızda tür kayıpları yaşandığını görüyoruz. Biz Marmara Denizini iyi yönetemiyoruz. İyi yönetemediğimiz için de her gün daha fazla çöküntüler görüyoruz. Genelde balık popülasyonu ve çeşitliliği tamamen kötü kullanımdan dolayı küçüldü.”
Doç. Dr. Yüksek, Marmara’yı etkileyecek bir kanalın açılmasının Marmara Denizi üzerindeki baskıyı arttıracağını ve daha da kötüye gitmesine neden olacağını da söyleyip, “Plajlar sadece insanların denize girdiği yerler değildir. Burada bir çok canlıyı kapsayan bir ekosistem vardır. Bir de yeni plajlar yapılırsa burada da dönüşümler olacaktır.”
KANAL AÇILIRSA KARADENİZ’DE SU SEVİYESİ DÜŞECEK
Hacettepe Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemal Saydam da bilimsel çalışma yapıldığı zaman ortaya çıkan tablo daha yol gösterici olacağını belirterek, sözlerine başladı. Prof. Dr. Saydam, şöyle devam etti
“Kanal yapılırsa Marmara ölür. Marmara Denizi, Karadeniz ile Ege Denizi’nin çocuğudur. Aslında yeni bir deniz. Ancak hasta doğan bir çocuk. İyileşmesi imkansız. Ancak üzerinde durursanız durdurursunuz hastalığı. Elimizde dünyada olabilecek en ilginç çalışma sahalarından biri var. Özel bir deniz. Kanal İstanbul olursa Karadeniz’in seviyesi en az beş santim düşecektir. Boğaz yoluyla gelen Karadeniz suyunun jet akımıyla Marmara’ya karışmasıyla Marmara Denizi verimli bir deniz haline geliyor. Karadeniz doldurulacak deniyor. Bu jet akımı o dolguyu da Marmara’ya taşıyacak. Siz bu sisteme ikinci bir kanal yaparsanız sistem mahvolacak. Marmara, ‘Öldüm ölüyorum’ diyor. Çok ciddi bir durum ile karşı karşıyayız. Deniz bilimciye sorulmadığı için bir hilkat garibesi ile uğraşıyoruz.”
Prof. Dr. Saydam, “Kanal, iki barajın üzerinden geçiyor. Burada yıllarca biriken organik atığı da Marmara’ya getirir. Bu gelince oksijen de gelmeyeceği için etraf çürük yumurta gibi kokar, Marmara da kalmaz” diyerek, bu kokunun erkeklik üreme hormonu üzerinde bile yüzde 20-30 oranında olumsuz etkileri olacağını söyledi.
KANAL İLE KİRLİLİK YÜKÜ ARTACAK, SU KAYNAKLARI YOK OLACAK
Bilim Akademisi Üyesi Prof. Dr. Derin Orhon ise görüşleri şöyle özetledi:
“Bütün bilim insanları toplandık, ‘Niye kanal yapılmasın?’ diye düşünüyoruz. ‘Niye yapılsın?’ sorusuna ise cevap veren yok. ÇED raporu var. Ancak raporda Kanalın İstanbul’a ve doğaya olumsuz etkileri göz ardı ediliyor. Karadeniz kirli bir deniz. Kanal’ı bölge bölge inceledim. Karadeniz’in kiri, Kanal ile Marmara’ya gelecek. Bu kanal yapılırsa İSKİ’nin arıtma falan yapmasına gerek yok. Zaten yapamaz. Karadeniz’e de bir dolgu düşünülüyor. İnci gibi sahiller yok edilecek. Hafriyat ile dolgu yapmak yasa ile yasaklanmıştır. Bu dolgu alanı planı yasal da değil bu anlamda. Yine bu dolgu gevşek toprak olduğu için çökecektir de. Kanal ile birlikte Trakya’nın göbeğinde kalıcı bir tuzlu su alanı oluşturulmuş olacak. Bu da yer altı yer üstü tüm ekolojiyi büyük oranda etkileyecek. Yine kanal ile birlikte İstanbul’un nüfusu az 2 milyon artacak. Ayrıca su kaynaklarımız da yok oluyor. Sazlıdere Barajı tamamen gidiyor, Terkos’un büyük kısmı etkileniyor. Tamamında tuz oranı artıyor. Su kaynakları, proje ile ciddi zarar görüyor. Su havzalarının korunması hakkında da yönetmelik var halbuki. Hem Orman ve Su İşleri Bakanlığının hem de İSKİ’nin yönetmeliği bunu söylüyor.”
KANAL DEMEK ORMANSIZLAŞMA DEMEK
Oturumda İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, kanal alanı hakkında bir sunum gerçekleştirdi. Prof. Dr. Tolunay, yaklaşık 100 milyon kamyon hafriyat çıkacağının altını çizerek, “ÇED raporuna baktığınızda kesilecek ağaç sayısı düşük verilmiştir. Raporda 201 bin ağaç kesilecek deniyor ama en az 400 bin ağaç kesilecek. Üstelik orman demek sadece ağaç demek değildir” dedi.
Tolunay sözlerini şöyle sürdürdü:
“Biz bir orman alanını kaybedeceğiz. Rapora bakıyorsunuz benim öğrencilerimin yapmayacağı hatalar var. İstanbul’un su varlıklarında da ciddi bir azalma var. Eğer bazı tedbirleri almazsanız Melen Barajı tamamlansa bile su yetmeyecek. Kanal, su alanlarını da yok ediyor. Floraya bakarsanız ÇED Raporuna göre bir şeyler söylenmiş. Ama iyi çalışılmamış. Eksiklikler görülüyor. Vatandaş olarak koparırsanız 60 – 65 bin lira ceza ödeyeceğiniz bitkilerin taşınacağı ileri sürülüyor. Faunaya bakarsanız tablo yine benzer. ÇED raporuna göre bazı çalışmalar masa başında yapılmış. Bu bölgede yaşayan bazı kuşları rahatsız etmemeniz gerekir. Ama siz buraya 24 saat hafriyat dökeceksiniz. Terkos Gölü’nün su samurları için önemli ve korunması gereken kısmına set getirip yapıyoruz. ÇED Raporunda ‘Kuşlar zarar görecek ve iniş alanları olmadığı için havalimanı bölgesine zorunlu iniş yapabileceklerdir’ diyor. Bütün bunlar taşıma havyan ile yaban hayatı anlamına geliyor. Bir önemli başlık da hava kirliliği. 175 metre kazılacak yerler var ama örnekler yüzeyden alınıyor. Toprak altında zararlı gaz var mı ölçülmemiş. Asbeste bile bakılması lazım. Ayrıca bu bölgede süren diğer projeler ile birlikte kümülatif bir değerlendirme yapmak gerekmesine rağmen bu da yapılmamış.”
İSTANBUL’UN ZATEN SINIRLI DOĞAL ALANI VAR
Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) Türkiye Koruma Direktörü Dr. Sedat Kalem de “Biz bir rapor yazarak ‘Ya Kanal Ya İstanbul’ sözünü ilk kez kullandık. Son yerel seçimlere kadar ise çok ilgi görmedik. İstanbul bir çok şeyin başkenti ama aslında farklı ekosistemi ve deniz geçişiyle doğanın da başkenti. Dünya genelinde doğa dünya ekonomisine ciddi bir katkı da sağlıyor” dedi.
Ağaç dikildiğinde değil, ağaçkakan kuşları yuva yapabildiği yerlerin orman olduğunu anlatan Kalem, kanalın yapılması halinde kıyı kumullarının zarar göreceğini belirtti. Kalem; “Oysa bu kumul alanlarında endemik bitkiler olduğunu biliyoruz. Kanal demek yeni bir yol ağı demektir. Yeni bir yol ağı da ekosistemi bir kez daha parçalamak demektir. ÇED raporu ansiklopedi gibi ama doğal yaşama dair işe yarar bilgiler içermiyor. ÇED, tarafsız olarak hazırlanmıyor. Yanlış bir sistem olduğu çok açık. Kanal, Montrö Anlaşması bağlamında tartışılıyor ama taraf olduğumuz birçok doğaya yönelik sözleşmeler de var. Onları da değerlendirmemiz gerekiyor. İstanbul’un sınırlı doğal alanları var. Biz bu yapı ile devam edersek o da yok olacak” şeklinde konuştu.
SAZLIDERE KAYBEDİLMEMELİ
Son konuşmacı TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Su ve Atık Su Komisyonu Başkanı Selahattin Beyaz’ın görüşleri ise şöyleydi:
“Proje kapsamında hep su üzerinde duruyoruz ama aslında havalimanı, kanal ve yeni şehir birlikte ele alınmalı. Bu üç proje de havza alanlarında yer alıyor. Sazlıdere Barajı yok olacak evet ama aslında havzası da yok olacak. Sazlıdere, oldukça önemli bir kaynak asla kaybedilmemeli. 2011 yılından bugüne kadar Kanal projesi yakınlarında kentleşmenin arttığını görebiliyoruz. Su, bütün canlıların vazgeçilmez varlığıdır. Kentin su havzaları sükse projeleri uğruna yok edilmesi kabul edilebilir bir şey değildir. Havalimanına engel olamadık ancak bari bunu engel olalım.”
“ŞEHİR Mİ KANAL İÇİN, KANAL MI ŞEHİR İÇİN”
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı İbrahim Orhan Demir’in yönettiği “Mekansal Planlama,Şehircilik ve Ulaşım” başlıklı oturumda; Emeritus Profesör Dr. Ahmet Vefik Alp, İstanbul Teknik Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi Ulaşım Uzmanı Prof. Dr. Haluk Gerçek, Işık Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Bölümü’nden Prof. Dr. Nuran Zeren Gülersoy, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi’nden Doç. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu ve İstanbul Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü’nden Prof. Dr. Şevkiye Şence Türk söz aldı.
PROJE, İSTANBUL’U YOK EDECEK
Oturumda ilk olarak söz alan Emeritus Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp, projenin açıklandığı 2011 yılından beri bu projeye karşı olduğunu belirtti. Clint Eastwood’un yönettiği 1965 yılı yapımı Tarantula filminden örnek veren Prof. Dr. Alp, bu kanal girişimin İstanbul’u yiyeceğini kaydetti. Konunun mutlaka bilimsel temada konuşulması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Alp, tartışmaların siyasileşmesini tehlikeli bulduğunu önemle altını çizdi. Üçüncü Köprü’nün yapılmasıyla beraber çevrenin yapılaşmaya açıldığını ifade eden Prof. Dr. Alp, gerçekleştirilecek projelerin betonlaşmaya olanak tanıdığına dikkat çekti.
GEÇİŞLER ESKİYE GÖRE DAHA GÜVENLİ
Emeritus Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp’ten sonra oturumda söz alan Prof. Dr. Haluk Gerçek, kazaların istatistiksel olarak azaldığını belirtti. Kanalın yapılmasının doğal sonuçlarından birinin bölgede yapılaşmanın artması olduğunu kaydeden Gerçek, kanalın yapılma nedeni olarak görülen İstanbul Boğazı’ndaki trafiğin sürekli azalma eğiliminde olduğunu ifade etti. Petrol rezervlerinin azalması, Rusya’nın petrol ihracatını Baltık Denizi’nde yapması, Kuzey Buzulları’nın erimesi, boru hatları ve gemi boyutlarının büyümesinin İstanbul Boğazı’ndaki trafiğin azalttığını kaydeden Prof. Dr. Gerçek, kaza sayılarında azalma olduğunu belgelerle ortaya koydu. Yapılacak kanalın yalnızca gemilerin geçmesine imkan tanıyacağını belirten Prof. Dr. Gerçek, yardım gemilerinin geçiş imkanının olamayacağını söyledi.
BİR YERLEŞME PROJESİ OLARAK KANAL İSTANBUL
Prof. Dr. Haluk Gerçek’ten sonra Prof. Dr. Nuran Zeren Gülersoy ise , projenin kanal veya ulaşım projesi olarak görmediğini söyledi. İstanbul’un diğer metropollerden farklı olarak son yıllarda çok hızlı geliştiğini belirten Prof. Dr. Gülersoy, İstanbul’un sahip olduğu zenginlikleri titizlikle korunması gerektiğini belirtti. İstanbul’un sahip olduğu özelliklerin ülke üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri olduğu söyleyen Prof. Dr. Gülersoy, İstanbul’un finans, lojistik, iletişim, ulaşım, altyapı, turizm ve kültür konusunda Avrasya’nın merkezi olma iddiasını taşıdığını söyledi. Su havzaların yeni bir su taşıma sistemi kurulana kadar korunması gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Gülersoy, orman ve tarım alanlarının da korunması gerektiğini kaydetti.
DOĞAYA YÖN VERİLEMEZ
Prof. Dr. Nuran Zeren Gülersoy’dan sonra oturumda söz alan Doç. Dr. Pelin Giritlioğlu planda bazı köylerin kazı altında kalacağını belirterek özetle şunları söyledi:
“Arnavutköy’ün kuzeyindeki 8 orman vasfını yitirecek. Plan, tatlı su balıklarının taşınması gibi doğaya yön vermek istiyor, böyle bir girişim olumlu sonuçlanamaz. Proje inşaat projesi ve plan tarım alanlarını kurutacak. Mevcut su kaynaklarının proje dahilinde yok olacak.”
PROJE İKİLİK İÇERİYOR
Son konuşmacı Prof. Dr. Şevkiye Şence Türk, projenin “Tavuk- Yumurta İkilemi”ne sahip olduğunu belirterek, kanalın finansmanı için şehir kurulduğunu, şehir kurulması için kanalın kurulması yolunun tercih edildiğini ifade etti. Prof. Dr. Türk: “Planın yüzde 60.63’ü orman, göl ve tarım alanları üzerinde kurulmuş. İstanbul’un suni bir Rotherdam’a döndürülmek isteniyor. Kanalın, İstanbul’a göçün teşvik edeceğini öngörüyoruz. Su havza alanlarının yapılaşmaya açılacak. 17 Ağustos 1999’dan sonra 30 yıl içerisinde deprem olasılığı yüzde 68 olarak görülüyor. Bu kadar büyük yatırımların İstanbul’a yapılması önemli bir stratejik hata olacaktır.”
KANAL İSTANBUL ÇİFTÇİNİN GEÇİM KAYNAĞINDAN VAZGEÇMESİDİR
Kanal İstanbul Çalıştayı’nda konuşan, Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ayfer Bartu Candan, projeyle birlikte çiftçinin geçim kaynağının elinden alınacağını söyledi. Bartu, bu durumun raporlarda da belgelendiğini vurguladı.
HARBİYE / İSTANBUL
“Kanal İstanbul Çalıştayı’nın” İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanı Mahir Polat yönetiminde gerçekleştirilen “Toplumsal Boyut ve Katılım’’ başlıklı oturumunda, Kanalın toplumun sosyal ve manevi değerlerine etkileri etraflıca değerlendirildi.
Oturuma, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayfer Bartu Candan, KONDA Araştırma ve Danışmanlık Şirketi Genel Müdürü Bekir Ağırdır, İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İhsan Bilgin ve MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Cemal Yalçıntan konuşmacı olarak katıldılar.
KANAL PROJESİ İSTİHDAMI OLUMSUZ ETKİLER
Panelin açılış sunumunu yapan Ayfer Bartu Candan, şehrin coğrafyasını ve birçok şeyi eş zamanlı etkileyecek olan bir projenin kamusal alanda tartışma fırsatının yaratılması çok önemli olduğunu söyledi. Kanal İstanbul ÇED Raporu’nun eki olarak hazırlanan Sosyal Etki Değerlendirme raporundan bilgiler paylaşan Candan, projenin bölgedeki istihdama olumsuz etkileri olacağının altını çizdi. Candan, şöyle konuştu:
“Kanal İstanbul projesi altı ilçeyi kesen bir proje ve buradaki birçok arazi orman ve tarım arazisi. Proje istihdamı bu bölgedeki insanları olumsuz etkileyecek. Her insan her projeden ayni biçimde etkilenmiyor. Burası o kadar büyük bir alan ki, herkesin istihdam olanakları, sınıfları, meslekleri, eğitim düzeyi ve hayattaki imkanları birbirinden farklı. Daha güneye, Küçükçekmece taraflarına geldiğimizde daha çok organize sanayi bölgelerinde çalışan bir nüfus görüyoruz. Daha kuzeye gittikçe eğitim seviyesi ve gelirin daha düştüğü, tarımla geçinen; ekip, biçtiği ürünlerin %80’ni kendi tüketen çiftçileri görüyoruz. Kanal İstanbul demek, bu arazilerin istimlak edilmesi demek ve geçimlerini buradan sağlayan çiftçilerin geçim kaynaklarından vazgeçmeleri demek. Sosyal Etki Değerlendirme raporu zaten bu durumu belgeliyor.”
Kanal İstanbul projesi ile iddia edilen yaratılacak yeni istihdam alanları konusuna değinen Ayfer Bartu Candan, projedeki yeni istihdam alanlarının çiftçileri kapsamadığını vurguladı. ÇED raporunda çiftçilere önerilen tek şeyin omlara yeni tarım alanı açılması olduğunu da söyledi.
TÜRK İNSANI ENDİŞELİ
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Türk insanının öncelikli problemleri olduğunu söyledi ve kendi araştırmaları sonuçlarından dikkat çeken veriler paylaşarak şunları dedi:
“Türkiye insanı bireysel hayatı için son derece endişeli. Bunun da en büyük nedeni işsizlik. Çalışan insan da yarın sabah işimi kaybedersem endişesiyle mutsuz. Türk toplumunun yüzde 60’ı gelecek hem kendi hayatı için de ülke hayatı için de gelecek korkusu duyuyor. Yüzde 76 insan da önümüzdeki üç ay içinde ülkedeki koşulların da kendi koşullarının da bugünden daha kötü olacağını düşünüyor.”
Kanalın gerekli ve doğru olduğunu diyenlerin üçte birin altında olduğunu söyleyen, Ağırdır, “Gençlerin yüzde 98’nin ‘kanal değil deprem’ şeklinde cevap veriyor” dedi.
KANAL İSTANBUL KAPANMASI GEREKEN BİR KONUDUR
Panelin son sunumunu yapan MSGSÜ Öğretim Üyesi Dr. Murat Cemal Yalçıntan şöyle konuştu:
“Kanımca kanal tartışması gerekçesizlik ve kamunun manipülasyonu üzerinden kapanması gereken bir tartışmadır. Demokratik teamüller açısından şeffaflık olmadığı bir proje olması çerçevesinden de değerlendirmeye ve tartışmaya layık bir tartışma olmaktan çıkıyor.”
KANAL, ULUSLARARASI SORUNLARIN HABERCİSİ
İstanbul Büyükşehir Belediyesi 1. Hukuk Müşaviri Eren Sönmez’in yönettiği “Hukuki Çerçeve ve Güvenlik” adlı oturumda; Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Doç. Dr. Ceren Zeynep Pirim, İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Başkanı Av. Mehmet Durakoğlu, hukukçu ve büyükelçi Dr. Rıza Türmen, Emekli Kılavuz Kaptan Saim Oğuzülgen ve Emekli Tuğramiral Türker Ertürk konuştu.
ULUSLARARASI HUKUK AÇISINDAN KANAL İSTANBUL
Oturumda ilk olarak söz alan, Doç. Dr. Ceren Zeynep Pirim, ekonomik ve bilimsel yollarından farklı olarak uluslararası hukuk açısından da incelenmesi gerektiğini söyledi. Pirim, özetle şunları söyledi:
“1936 yılında imzaladığımız Montrö Boğazlar Sözleşmesi sonucunda Boğazlar’da hakimiyetimiz artıyor. Anlaşma, Boğaz’dan geçecek gemiler için 6 farklı unsur koyuyor. Montrö’nün asıl önemi, savaş gemilerinin Türkiye’ye barış zamanında, önceden ihbar ederek belirtmesi gerektiğini şart koşuyor. Bu durum Karadeniz’e kıyısı olan çevre ülkelerin güvenliğini de artırıyor. Anlaşmaya göre, Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin gemileri, 21 günden fazla Karadeniz’de kalamıyor.
Montrö, savaş zamanında Boğazları kapatma yetkisi veriyor. Boğazlar, ülkenin içerisinde kalsa dahi uluslararası hukukun kapsamı dahilindedir ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye lehine bir sözleşmedir. Sözleşmenin iptalinde yeni bir adok düzenlemesi kabul edilecektir ve sonucu takdirlerinize sunmaktayım. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, sona ermesi halinde Boğazlar iki ayrı su yolu olarak incelenerek, transit geçiş kapsamından çıkarılacaktır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin iptali, savaş uçaklarının Boğazlar’dan geçememe kuralının yok olmasına sonuç açacaktır. Sözleşmenin, riske atılması bir yana yararımıza olduğu açıktır. Türkiye’nin sözleşmeyi bozmadan statükoyu devam ettirmesi gerekiyor.”
RUSYA’NIN TERCİH DEĞİŞİKLİĞİ
Doç. Dr. Ceren Zeynep Pirim’den sonra söz alan hukukçu ve büyükelçi Dr. Rıza Türmen, boğazın yanına paralel bir kanal açma girişiminin dünyada eşi benzeri olmadığını ve ilgili kanal açma girişiminin mutlaka insanlara anlatılması gerektiğini söyledi. Montrö ve Lozan Anlaşmaları Türkiye’nin kurucu anlaşmalarıdır.
Türmen, açıklamalarının devamında şunları dedi:
“Türk Boğazları, tıpkı Danimarka Boğazları gibi istisna özelliklere sahiptir. Sözleşmenin iptali bu istisnayı ortadan kaldıracaktır. Geçmişe baktığımızda, Rusya’nın Boğazlar konusunda istikrarlı bir tutumunu görüyoruz. Rusya, Karadeniz’i kapalı bir deniz olarak görmektedir. Montrö’nun ortadan kalkması, Rusya’nın Karadeniz anlayışının değişmesine yol açacaktır.
Boğazdan geçen gemilerden ton başına 0.90 Amerikan Doları servis ücreti alırken kanalın ücreti ton başına 5 Amerikan Doları olarak tanımlanıyor. Daha ucuzu varken gemiler neden daha pahalı ve daha yavaş bir sistemi tercih etsin. Kanal, Rusya’ya bu maliyetlerden ötürü faaliyetlerini Karadeniz’den Baltık Denizi’ne kaydırmasına neden olacaktır. Bütün bu durumlardan sonra Kanal İstanbul’un neden yapılması gerektiğini ben bulamadım.”
KANALIN AMERİKA VE İNGİLTERE’YE ETKİSİ
Hukukçu ve büyükelçi Dr. Rıza Türmen’in ardından konuşan Emekli Tuğamiral Türker Ertürk, Kanal İstanbul’un bir ucube olduğunu vurguladı. Kanal İstanbul’un sorunlar yumağı olduğunu kaydeden Emekli Tuğamiral Ertürk, 2011’den beri bu projeyle mücadele ettiğini söyledi. Ertürk, sözlerine şöyle devam etti:
“Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışılması, değiştirilmesi ve hatta iptali, Amerika ve İngiltere gibi 1982 yılında kabul edilen transit geçişe olanak sağlayan anlaşmayı uygulamak isteyen ülkelerin lehine durumda. Kanal, Amerika’nın tüm dünyada rahatça giremediği tek deniz olan Karadeniz’de, hakimiyetini artırma sonucunu doğuruyor. Kanalı ne kadar geniş olursa olsun,kanal ne kadar geniş olsa da olsun İstanbul Boğazı’nın kadar çok imkan sağlayamaz. Kanalın yapılması veya yapılmamasına yönelik kararlar, Genelkurmay gibi ülkenin sahip olduğu kurumların görüşü alınarak yapılmalı.”
KENTE KARŞI İŞLENMİŞ BİR SUÇ
İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Başkanı Av. Mehmet Durakoğlu, tartışmaların en iyi yayının tüm ulusa Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni öğretmek olduğunu söyledi. Durakoğlu, kanalın kente karşı işlenmiş bir suça teşebbüs aşamasında olduğunu belirterek, “Kenti yönetenler, iktidarın siyasal faaliyetlerine karşı çıkıyor. Bu durum, çokça görülmemesi ile birlikte çok değerli bir önem taşıyor. Avrupa Kentler Şartları’nda yer alan kentli kavramı açısından bakmak istiyorum. Kanal İstanbul projesi, daha önceden imzalanmış olan uluslararası sözleşmelerin karşısında yer alıyor. İnsanların gece yarısına kadar ÇED Raporu’na itiraz için sıralarda beklemesini kentliler unutmamalı. Büyük bir hukuksuzluk hüküm sürüyor. Kanalın yerleşim alanlarını da dahil etmesinin davaları artıracağını öngörüyorum. Baromuz bu konunun takipçisi olacaktır” dedi.
BOĞAZLARDAKİ GEMİLERİN EMNİYETİ
Son konuşmacı emekli kılavuz kaptan Saim Oğuzülgen, Lozan’dan önce bize dayatılanboğazlarla ilgili sözleşmenin 13 yıl ülkemizde hüküm sürdüğünü belirtti. Denizlerdeki bağımsızlığın Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile geldiği söyleyen Oğuzülgen, Boğazlar’ın bazı ülkelerce uluslararası görülmek istendiğini ifade etti.
KANAL’IN MALİYETİ, TÜRKİYE’NİN BÜTÇE AÇIĞI KADAR
İBB Başkan Danışmanı Yiğit Oğuz Duman yönetiminde gerçekleştirilen “Kanal İstanbul’un Ekonomi Politiği’’ başlıklı oturumda, Kanal İstanbul’un şehre ve ülkeye maliyeti etraflıca değerlendirildi. Oturumu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve İYİ Parti İl Başkanı Buğra Kavuncu da izledi.
Oturuma Gazeteci ve Yazar Çiğdem Toker, Boğaziçi Üniversitesi, İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fikret Adaman, Bilgi Üniversitesi İşletme Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Levent ve Başkent Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Uğur Emek konuşmacı olarak katıldılar.
Gazeteci Yazar Çiğdem Toker, kent yoksulluğunun her geçen gün arttığı bir ekonomik ortamda, Kanal İstanbul gibi yüksek maliyetli bir projenin yapılmasının doğru olmadığını belirtti. Ulaştırma Bakanlığı raporlarında proje maliyetinin 20 milyar dolar olarak ifade edildiğine dikkat çeken Toker, kamu-özel işbirliğiyle yapılacak olmasının bazı firmalara imtiyaz sağlayacağı uyarısında bulundu. İşletme gelirlerinin maliyetleri karşılayamayacağını vurgulayan Toker, Kanal etrafına yapılacak kentleşme faaliyetlerinden, lojistik merkezlerden ve yat limanlarından gelir beklendiğini ifade etti.
Türkiye’nin 2020 bütçesinin 1 trilyon 82 milyon, bütçe açığının ise 140 milyar öngörüldüğünü kaydeden Toker, 118 milyar maliyetle Kanal’ın Türkiye bütçesinin yüzde 11’ine denk ve bütçe açığı kadar olduğunu söyledi. Devletin zor aygıtlarını kullanarak bu tür büyük projeleri hayata geçirdiğini ifade eden Toker, büyük inşaat şirketlerinin hegomanyanın şirketlerine döndüğü iddiasında bulundu. ‘’İstanbul’un geleceği müteahhit firmalara temsil edilmemeli’’ diyen Toker, finansörler, bankerler ve alt müteahhit firmalardan oluşan bir piyasanın ayakta tutulmaya çalışıldığını kaydetti.
Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Fikret Adaman, Projenin fayda maliyet analizlerinin yapılmadığına dikkat çekti. Yatırım maliyetlerinin yanı sıra fayda maliyetlerinin yıllara göre dağılımının da bilinmesi gerektiğine anlatan Adaman, şöyle konuştu:
‘’Projenin ömrü ne kadar? İskonto haddi nedir? Bunların hiç birinin bilmiyoruz. Doğru fiyatlara ulaşmamız için tüm bu bilgilere sahip olmamız lazım. Projenin bir çok belirsizlik taşıyor. Sonuçlarından emin olunmayan projelerde ihtiyatlı olunması gerekir. Sosyal ekonomik hayata ciddi etkileri olacak. Bilimi fetişize etmemek lazım. Bu iş sadece bilim camiasının yapacağı bir iş değil. Kamuoyu da işin içinde olmalı. Bu iş çok aceleye getiriliyor.’’
Kanal İstanbul’un en çok zorlandığı çalışmalardan biri olduğunu belirten Bilgi Üniversitesi İşletme Fakültesi Öğretim Üyesi Haluk Levent, bölgeler arası dengesizliğin çok fazla olduğu Türkiye’de tüm yatırımın İstanbul’a yapılmasının yanlış olduğunu söyledi. Türkiye’nin katma değerinin yüzde 30’unu İstanbul’un ürettiğini kaydeden Levent, ekonominin daha sağlıklı işlemesi için mekânsal yayılmaya ihtiyaç olduğunu vurguladı. ‘’Kanalın yapılmasındaki asli unsurlardan birinin saadet zinciri oluşması için nesne olduğunu düşünüyorum’’ diyen Levent, imar rantının çok yüksek olduğunu; bu sistemin çekici olmaktan çıkarılması gerektiğini belirtti.
Kanal İstanbul’un proje döngü yönetiminin kurulmadığının altını çizen Başkent Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Uğur Emek, Kanal’ın yapılmasına gemi trafiğinin gerekçe gösterildiğini; ancak geçen gemi sayısının her geçen gün azaldığını söyledi. 2010’dan bu yana dünya ticaretinde gemi talebinin azaldığını kaydeden Emek, ‘göç yolda düzülür’ mantığıyla projenin hayata geçirilmeye çalışılmasının yanlış olduğunu ifade etti.Dünyada üretilen gemi sayısında ciddi düşme olduğunun altını çizen Emek, şöyle devam etti:
‘’Bize izah etmeleri lazım. Biz anlatılmayan bir hikâyeyi anlamaya, kurgulamaya çalışıyoruz. Süveyş Kanalı 100 liraya mal olur dendi, 2 milyon oldu. Panama 100 denmişti, 300 oldu. Kanal kazılmaya başlandığında ne çıkacağını bilmiyoruz. Maliyetlerin hepsi temenniden ibaret. Bakkal hesabı gibi iş yapılıyor. Yap-İşlet-Devret de karşılaştırmalı maliyet hesabı yapılmalı.’’
1980 yılında vazgeçilen altın frank uygulamasına geçildiği takdirde 55 kat daha fazla gelir elde edileceğini söyleyen emek, bu uygulamanın yanlış olduğunun, bu nedenle Montrö’nün bize verdiği haklardan daha az faydalandığımızın altını çizdi.
GÜNÜ KURTARIRKEN KENTİ ÖLDÜRMEYELİM
Kanal İstanbul Çalıştayı’nda, ‘Mekansal Planlama, Şehircilik ve Kültürel Miras’ oturumunu İBB Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Mehmet Çakılcıoğlu yönetti. Oturuma İTÜ Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Azime Tezer, ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Tarık Şengül,ICOMOS Türkiye Milli Komitesi Başkanı YTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İclal Dinçer, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Şubesinden Mücella Yapıcı, Mimar Dr. M. Sinan Genim ve Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Yiğit OZAR konuşmacı olarak katıldı.
KÜÇÜKÇEKMECE GÖLÜ’NÜ KORUYABİLİRİZ
İTÜ Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Azime Tezer, su ve hava kalitesinin düzeltmek için su kaynakları ve orman alanlarının oldukça önemli olduğunu belirtti. Kanal İstanbul’la birlikte 38 kilometrelik çok uzun bir kıyı dolgu alanı planlandığını söyleyen Tezer, çıkacak hafriyatın bunun için yeterli olmadığının altını çizdi. Küçükçekmece Gölü’nü koruyamayız gibi yanlış bir algının olduğunu ifade eden Tezer, ‘’Korursak göl daha iyiye gider’ dedi.
Yaşanabilir bir İstanbul için önceliğin tatlı su ve hava kalitesi olduğunu söyleyen Tezer, Kanal’ın bunları tehdit ettiğini belirtti. Tezer, ‘’ÇED Raporu’nda ekosistem etkileri net bir şekilde gözlemlenemiyor. Ayrıca kurum görüşleri de eksik. Bu şekilde günü kurtarırken kenti öldürmemeliyiz’’ diye konuştu.
PLANLAMA DEĞİL PROJECİLİK MANTIĞI
ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Tarık Şengül de Türkiye’nin her yerinin planlama mantığı ile değil, projecilik mantığıyla ele alındığına dikkat çekerek, şöyle konuştu:
“ABD’de 2050 için hazırlanan hedeflerin benzeri Türkiye’de 2023 için hazırlanmış. İkisi de çok benzer. İstanbul’un kuzeyinde yeni bir İstanbul kuruluyor. Aynı zamanda ABD için yapılan planda da ‘mega projeler yapmalıyız’ deniliyor. Batı’ya kafa tutuyoruz; ancak hiçbir zaman Batı’nın dışında kalamıyoruz. Bir yandan onlara erişme, yarışma gayreti var. Milli ve yerliliği konuşurken yapılan bütün projeler ABD kopyası. Bu projenin bedelini İstanbul ve Türkiye ödememeli.”
KANAL DEĞİL, YENİ VE KALİTELİ KENTSEL PEYZAJ
ICOMOS Türkiye Milli Komitesi Başkanı YTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İclal Dinçer ise arkeolojik mirasın yok oluşunu engellemek için arazi kullanım kararının değiştirilmesi gerektiğini söyledi. ‘’Arkeolojik alan başka bir yere taşınmamalı’’ diyen Dinçer, şöyle devam etti:
‘’Plan yapılırken çevreyi ve doğayı korumak ön planda olmalı. Yarımburgaz mağarası 1. ve 3. derece arkeolojk sit alanı, Baruthane Rsneli Çiftliği 3. Erece arkeolojik sit alanı, Region 1. Ve 2. derece arkeolojik sit alanı. Ağaçlı Köyü, Yarımburgaz Mağaralarından daha eski; ancak sit alanı olarak ilan edilmemiş. Bu bölge önemli bir arkeolojik değer. Bu alanlar Kanal’ın altında kalacak.’’
KANAL, YAŞAMI TEHDİT EDİYOR
Oturumda konuşan TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nden Mücella Yapıcı, proje için ‘garip kanal projesi’ tabirini kullandı. Yapıcı, “Bu projenin metodu, bütüncül bakış açısından yoksun, bilimsel olmayan bir metottur. 3. Köprü, 3. Havalimanı ve Kanal İstanbul entegre projelerdir” dedi.
Terkos havzasının yaşam için en stratejik yer altı su deposu olduğuna dikkat çeken Yapıcı, bütüncül etkilerin bilerek gözden kaçırıldığını; bilimsel camia ve toplumun kasıtlı olarak aldatıldığını vurguladı. “Bu tavır dolandırıcılıktır. Cinayetin ortaya çıkmasını engellemektir” diyen Yapıcı, Projeden sadece İstanbul’un değil tüm Türkiye’nin etkileneceğini söyledi.
KANAL’IN ÖNCELİKLER ARASINDAKİ YERİ NEDİR?
Kanal İstanbul Projesi ve benzer projelerin Osmanlı döneminde birçok kez gündeme geldiğini söyleyen Mimar Dr. M. Sinan Genim de “Kanal’ın öncelikler arasındaki yeri nedir? Stratejik açıdan şart mıdır?” diye sordu. Genim, özgür düşünce ve bilince kulak verilmesini istedi.
Karadeniz ve Akdeniz kültürlerini birbirine bağlayan bir coğrafyanın söz konusu olduğunu belirten Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Yiğit OZAR ise arkeolojik kalıntıların yer aldığı kanal bölgesinin kültürel geçişler için önemli olduğuna vurgu yaptı.
KANAL İSTANBUL PARİS ANLAŞMASI’NA AYKIRI
“Kanal İstanbul Çalıştayı’nın” İBB Muhtarlıklar ve Gıda Daire Başkanı Ahmet Atalık yönetiminde gerçekleştirilen “Çevresel Boyut; Tarım, İklim ve Ekoloji” başlıklı oturumunda, Kanalın İstanbul’a yaşatacağı ekolojik etkileri etraflıca değerlendirildi.
Oturuma, İstanbul Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi Toprak İlmi Ve Ekoloji Anabilim Dalı Prof. Dr. Doğan Kantarcı, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Murat Kapıkıran, Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Prof. Dr. Murat Türkeş, Sabancı Üniversitesi İklim Çalışmaları Koordinatörü Dr. Ümit Şahin İstanbul Üniversitesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümü’nden Doç. Dr. Sevim Budak konuşmacı olarak katılım gösterdiler.
KANAL İSTANBUL İKLİM POLİTİKALARINA UYMUYOR
Paris Anlaşmasına vurgu yapan ve anlaşmayı ilk imzalayan ülkelerden biri olduğunu hatırlatan Sabancı Üniversitesi İklim Çalışmaları Koordinatörü Dr. Ümit ŞAHİN, “Paris anlaşması gereği ülkeler iklim koruma politikası izleme sözü verdi” dedi ve Kanal İstanbul’un iklimle mücadele kapsamında kabul edilemez olduğunu söyledi.
İklim krizi nedeniyle eski tarz politikaları sürdüremeyeceğimizi belirten Dr. Şahin şöyle konuştu:
“Eğer eski tarz iklim politikalarının ne olduğunu merak ediyorsanız, Avusturalya’da bugün yaşanan yangınlara bakın. Paris Anlaşması tam anlamıyla uygulansa da uygulanmasa da, Türkiye dahil anlaşmanın altına imza atan bütün ülkelerin yükümlülükleri var. Dünya ekonomisi karbonsuzlaşıyor, fosil yakıtlardan uzaklaşıyor. 2050’lilere kader bu dünyanın gerçeği. Türkiye bu proje ile hafriyata dayalı, yüksek emisyonlu fosil yakıt ekonomiyi kalıcı hale getiriyor.”
ÇED Raporu’na eleştiri getiren Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Murat Kapıkıran şunları dedi:
“Kanal’ın yapılması durumunda karşılaşacağımız sorunların analizinin yapması gereken ÇED Raporu’nun bu konuda tek damla bile etki değerlendirmesi yok. Sadece mevcudun analizi var. Çevredeki mikroorganizmaların insan kadar değeri vardır. İnsan merkezli odaktan ekoloji merkezli odağa dönüşmeye başlamıştır. Kanal İstanbul, hiçbir ekolojik duyarlılık taşımamaktadır. 25 metre derinliğe kadar dolgu alanları yapılarak, deniz ekosistemlerinin bileşenleri yok edilecektir.”
Siyaset Bilimci Doç. Dr. Sevim Budak, Kanal projesinin siyasal mı yoksa ekolojik mi, ekonomik mi sorusuna cevap verilmesi gerektiğini söyledi. Budak, mevcut doğal yapının ekolojik koridor olarak kalmasını önerdi.
BİLİM İNSANLARINDAN ORTAK GÖRÜŞ:
“KANAL İSTANBUL’U YAPACAĞINIZA, İSTANBUL’U DEPREME HAZIRLAYIN”
İBB’nin düzenlediği, “Kanal İstanbul Çalıştayı’’ öğleden sonraki oturumlarla devam etti. İstanbul Kongre Merkezi’nin Emirgan Salonu’nda gerçekleştirilen “Afet Riski ve Depremsellik” oturumuna, alanında önemli isimler katıldı. Konuşmacılar, bilimsel verilerle ‘Kanal İstanbul’ projesinin İstanbul’a vereceği zararları anlattı. Oturumda konuşan Prof. Dr. Naci Görür, “Kanal depremi tetiklemez ama deprem kanalı ciddi şekilde etkiler. Güney kısımlarda son derece çürük, zayıf, yumuşak, killi, kabaran, şişen, dağılan, akan bir zemin var. Mühendislerin korktuğu bir zemin” dedi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), ‘Kanal İstanbul’un İstanbul’a vereceği zararları bilimsel verilerle kamuoyuna duyurmak için “Kanal İstanbul Çalıştayı’’ düzenledi. Alanında önemli isimler, projenin İstanbul’a vereceği zararları bilimsel verilerle gözler önüne serdi. İstanbul Kongre Merkezi’nde, sekiz ana başlıkta yapılan çalıştaylardan biri de Emirgan Salonu’nda düzenlenen “Afet Riski ve Depremsellik” oturumu oldu.
İBB Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanı Tayfun Kahraman’ın moderatörlüğünde düzenlenen oturuma, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Jeofizik Mühendisliği Bölümünden emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Haluk Eyidoğan, Ortadoğu Üniversitesi (OTDÜ) Şehir ve Bölge Planlama Bölümünden emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Balamir, İTÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümünden emekli ve Bilim Akademisi Kurucu Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Nusret Suna konuşmacı olarak katıldı.
KAHRAMAN: “ÇAĞIRDIK AMA GELMEDİLER”
Kanal İstanbul’a neden karşı olduklarını bilimsel verilerle anlatmak için bir araya geldiklerini belirten Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanı Tayfun Kahraman, “Ayrım yapmadan herkesi davet etmeye çalıştık. Projeyi destekleyen bilim insanlarını da davet ettik ama gelen kimse olmadı” dedi.
GÖRÜR: “KANAL DEPREMİ TETİKLEMEZ AMA DEPREM KANALI CİDDİ ŞEKİLDE ETKİLER”
Konuşmacılar arasında ilk sözü alan İTÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümünden emekli ve Bilim Akademisi Kurucu Üyesi Prof. Dr. Naci Görür konuşmasına, “Benim söylemediğim ama bana atfedilen ‘kanal depremi tetikler’ şeklinde doğru olmayan bir ifade var. Hiçbir zaman böyle bir söz etmedim bu doğru da değildir. Kanal depremi tetiklemez ama deprem kanalı ciddi şekilde etkiler” diyerek başladı.
-KANAL EN ZAYIF HALKAYA YAPILIYOR-
Son günlerde en sık tartışılan konular arasında yer alan “Kanal depremi tetikler mi” tartışmasına ilişkin Görür şunları söyledi:
“Yok böyle bir şey. Ama bakalım kanal depremi nasıl tetikleyecek? Marmara’nın altındaki fay kılırsa en az 7.2 deprem üreteceğini düşünüyoruz. Bu depremi ilan ettik, bekliyoruz. Fay kırıldığında kanal 9 şiddetinde etkilenecektir. Kanal özellikle, Küçükçekmece- Marmara arasındaki en zayıf halkaya yapılıyor. Bu kesim depremden en şiddetli şekilde etkilenecek. Kanalın altında canlı fay yok deniliyor. Bu söylemi de olumlu anlamda kullanıyorlar. Ama gerçekten Marmara kısmında canlı fay yok mu? Araştırma gemileri ile yaptığımız çalışmalar sırasında Küçükçekmece’nin açıklarında kıta sahanlığında ana faya gelen fayların olduğunu tespit ettik. Bazıları canlı ve bunlar çok sığ da değil. En az 2-2.5 km derinliğinde. Bu bize neyi gösteriyor? Kanalın Marmara’ya bağlandığı yerin kıta sahanlığı parça parça faylarla kesilmiş durumda. Zafiyet zonu oluşmuş, bir zayıflık zonu oluşmuş. Asıl büyük canavar da burada. 9 şiddetinde etkilenecek demiştim ya bu faylar da harekete geçerse o kanalın Küçükçekmece ile Marmara arasını hangi güç hangi mühendislik yapısı tutar onu bilemiyorum. Ama yapılmaz mı? Japonlar yapıyor ama Japonlar da yıkılıyor. Belki yapılır ama neden bu kadar riski alalım? “
-MÜHENDİSLERİN KORKTUĞU BİR ZEMİN-
Büyükçekmece-Küçükçekmece arasındaki alanı “heyelan cehennemi” olarak belirten Görür, “Küçükçekmece civarında kazı yapıp oraların tabanıyla oynadığınız zaman yatırımlar yaparak ve inanılmaz önlemler alarak ancak topografyası yüksek zeminlerin kanal içine yürümesini engelleyebilirsiniz. Bu dediğim de daha deprem yokken olacaktır. Deprem ayrı bir parametre” diye konuştu.
Güney kısımlarda ise arazinin olumsuzluklarına değinen Görür konuşmasını şöyle sürdürdü: “Son derece çürük, zayıf, yumuşak, killi, kabaran, şişen, dağılan, akan bir zemin var. Mühendislerin korktuğu bir zemin. Daha kuzeye geldiğimizde son derece ayrışmış, dağılmış bir yapı var. Karadeniz’e geldiği zaman da güncel çökeller var. Genel anlamıyla bu kanal olabilecek en çürük en mühendislik bakımından sorunlu zeminlerden geçiyor. Zaten İstanbul’un zemin bakımından en sorunlu bölgesi de bu alan.”
EYİDOĞAN: “ÖNCELİK İSTANBUL’U DEPREME HAZIRLAMAK OLMALI”
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Jeofizik Mühendisliği Bölümünden emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Haluk Eyidoğan, kanal kazısı sırasında yapılacak patlamalara dikkat çekti. Eyidoğan “ÇED raporunda diyor ki ‘her biri 19.96 tonluk atımla patlatma yapılacak. Bir atımda 57 bin ton hafriyat çıkarılacak.’ Bu 4 yıl sürecek. 4 yıl boyunca her gün 57 bin ton hafriyat çıkarılacak. 10 bin tona yakın dinamit patlatılacak bir atımda. Bu büyüklükte bir dinamit atımı sismik enerji olarak 3.8 büyüklüğünde depreme eş değer enerji çıkacak. Öncelik İstanbul’u depreme hazırlamak olmalı coğrafyamızı parçalayan kanala değil” dedi.
BALAMİR: “AKLIN VE BİLİMİN EGEMEN OLDUĞU YÖNETİM GELECEKTİR”
Kamuoyunda sıkça tartışmalara sebep olan ÇED Raporuna değinen Ortadoğu Üniversitesi (OTDÜ) Şehir ve Bölge Planlama Bölümünden emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Balamir, “Kapsamlı bir veri analizi gerekirdi. ÇED’de ancak bunun bir parçası olurdu. Elimizdeki o raporu defalarca katlayan analizler ve raporlar olmalıydı. Böyle bir süreç ise ancak aklın ve bilimin egemen olduğu bir toplumda, yönetim biçiminde gündeme gelebilecektir.”
Balamir ayrıca 1999’da yaşanan Büyük Marmara Depremi’nden ders çıkarılmadığını ve aralıklarla beklenen büyük İstanbul depreminin kendini hatırlattığını anlatarak şunları söyledi: “75 Milyar TL paramız varsa eğer, bu parayı İstanbul’un gelecekteki büyük depreme hazırlanması ve yıkım ve ölüm risklerinin azaltılması için harcamak yerine, neden bu kadim şehrin doğasını mahvedecek İstanbul Kanalı’na harcayalım?”
SUNA: “YANITIMIZ NETTİR. İSTANBUL’UN BÖYLE BİR PROJEYE İHTİYACI YOKTUR”
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Nusret Suna ise konuşmasında Kanal İstanbul’un neden yapılmaması gerektiğine dair harcanan enerjiye ve emeğe üzüldüğünü belirterek, “Akla zarar projeyi konuşmak ve neden yapılmaması gerektiğini yetkili mercilere anlatabilmek çok yorucu” dedi.
Suna sözlerini şöyle sürdürdü:
“Şehrimizde henüz depreme hazırlık yapılmamışken bizler açısından temel soru şudur; İstanbul’un ihtiyacı olan nedir? Kanal İstanbul kentin ihtiyaçlarını karşılayacak bir proje midir? Yanıtımız nettir. İstanbul’un böyle bir projeye ihtiyacı yoktur. İstanbul’un mevcut sorunları çözüm beklerken, nüfus yoğunluğunu iki katına çıkaracak Kanal İstanbul gibi projelere yönelmek kente taşıyamayacağı bir yük bindirmektir.”
-BU YÜK İSTANBULLULARIN OMUZUNA BİNECEKTİR-
Suna, Kanal İstanbul için harcanacak para ile ilgili de şüphelerinin olduğunu ifade eden Suna konuşmasını şöyle tamamladı:
“Kaldı ki rakam doğru olsa bile; böyle bir bütçenin kentsel yatırımlara yöneldiğini, altyapıya, ulaşıma, derelerin ıslahına, deprem önlemlerine, tarihsel değerlerin korunmasına, yeşil alanların çoğaltılmasına harcandığını düşünün. Açıkça, İstanbul’un daha yaşanılabilir bir kent olması yolunda epey bir mesafe kat edebilir. Bırakın böyle bir projenin sağlayacağı faydaları, Kanal İstanbul’a akıtılacak paraların bizleri yeni sorunlarla karşı karşıya bırakacağı açıktır. Projenin İBB bütçesine 35 milyar liralık bir yük getireceği, doğal olarak belediye çalışmalarının aksamasına yol açacağı şeklindeki iddia da ne yazık ki dayanıklıdır. Bu yükün yol açacağı yoksulluk ve yoksunluk İstanbulluların omuzuna binecektir.”