Kimseler bilmeyecekti onun dehasını. Bilmemeliydi de zaten. Hani Amerika’da olsa, dünya kadar paralar kazanan bir makina mühendisi olabilirdi. Ama olduğu yerde mutluydu o. Evinin içi uçan kaçan, sıradan insanlar için mucize sayılabilecek makinalarla doluydu.
Yataktan kalkmasından tutun da evden çıkarken ayakkabılarının giydirilmesine kadar yardımcı olan makinalardı bunlar. Jetgiller çizgi filminden gördüğü aletlerdi bunlar. İhtiyacı olan her türlü aleti yapabilecek güçteydi. Yapıyordu ve yapacaktı işte. Yeter ki neye ihtiyacı olduğunu bilsin.’, ‘En çok sevdiği alet beyinölçer ismini verdiği küçük kulaklık biçimindeki icadıydı. Yabancı bir isim bulmaktan hoşlanmadığı için bu ismi vermişti ona ya… Aslında işlevi tam olarak beyin ölçmek değildi. Hani şu ihtiyarların ve duyma güçlüğü çekenlerin kulaklarındaki aletleri andırıyordu biraz. Kulağından çıkan ucunu karşınızda bulunan kişinin göz hizasına getirdiğinizde onun hissettiği yoğun duyguları yansıtıyordu size.
Örneğin öfke: Eğer karşısında bulunan kişi öfkeliyse Heavy Metal bir cızırtı çıkarıyordu kulaklarında. Mutluysa veya neşeliyse çıkan seslere için birbirine yakın sesler seçmişti. Tatlı bir bip sesi geliyordu. Sıkıntılıysa ıslık gibi bir ses, heyecanlıysa dalgaların kıyıya vurma sesi geliyordu. Bu sesleri bilgisayar oyunlarından seçmişti. Başka sesler de koyabilirdi ya… Aman canım ne olacak sanki piyasaya sürülmeyecekti ya bu makina. Öyle kendi hobisi için kullanılıyordu işte. Zaten genellikle eğlenmek için kullanıyordu bunu.
O gün kız arkadaşıyla buluşacaktı. Kız arkadaşının telefondaki sesini hiç beğenmemişti. Bir şeyler söylemeye çalışıyor ve söyleyemiyordu sanki. Birbirini seven insanların kullanmaması gereken bir ses tonuyla konuşuyordu.
Oysa ne kadar mutlulardı. Bir ağacın altında kimseye görünmeden öpüşmek, bir kahvede paraları olmadığı için bir simidi ortadan ikiye bölerek yemek, bir papatya bulun bir bankta otururken dakikalarca bunu seyretmek onların mutlu olması için yeterliydi. Ama o ses tonu olmuyordu, bu ilişkiye yakışmıyordu. Kız arkadaşının en sevdiği kıyafetleri seçti dolabından çıkmadan önce. Yine onun hediyesi gümüş yüzüğü taktı parmağına. Saçlarını tararken gözüne beyinölçer ilişti. Evet ne zamandır hediye vermiyordu ona. Belki bu aleti hediye olarak verebilirdi. Belki de artık dünyaya kendinin bir deha olduğunu açıklama zamanı gelip çatmıştı. Kimbilir belki kız arkadışının beynine bir bakar… Yok yok. Bu ayıp olurdu. Birbirini seven insanlar birbirlerine güvenirlerdi. “aman canım takarım ve ona hislerini söylerim. Bu günün esprisi de bu olur” diye düşündü. Bu espri hoşuna gitmişti.
Her zaman buluşacakları kafeye biraz erken gitti. Oturup beklemeye başladı. Her zamanki gibi tam vaktinde gelecekti. Çay soracaktı kahveci. O her zamanki gibi çay istemeyecekti. Elma var mı diye soracaktı. Tabii ki elma olacaktı. Ve masaya servis yapılacaktı elma. Eller bir araya gelecekti, okuldan ve aileden bahsedilecekti biraz daha. Sonra da artık akıllarına ne gelirse ondan konuşulacaktı.
Kız arkadaşı gecikti biraz. Önce on dakika. Sonra yirmi. Üst üste beş altı bardak çay midesini kaşımaya başlamıştı. Tam yarım saat oldu nerede kaldı bu kız diyordu ki oturduğu kahvenin köşesinde gözüktü kız arkadaşı. Yanında biri vardı. Uzun boylu biri. Bir şeyler konuşuyorlardı hararetli hararetli.
Tanımıyordu bu adamı. Tanımak da istemiyordu. Hani insanın zaman zaman damarlarında ateş dolaşmaya başlar. Bu ateş kol ve göğüs seviyesinde dolaştığı sürece bir sorun yoktur da ne zaman ki beyin seviyesine gelir, o zaman her şeyleri kırıp dağıtmak ister insan. Kız arkadaşı ona bir selam verdi yalandan, yanındaki adama bir şey daha söyledi ve “yanaktan” öpüşüp ayrıldılar. Yanaktan…
Oturdular. “Geç kaldın” dedi kız arkadaşına sitemini gizlemeye çalışan bir ses tonuyla. “Evde bir sürü tantana vardı” dedi kız arkadaşı ona. “Keşke bir telefonaçıp geç kalacağını söyleseydin” dedi o yine aynı ses tonuyla. “Evdekilerle kavga ederken kavgayı bölüp ‘’alo canım kusura bakma kavgam biraz uzuyacak sen beni bekleme’’ mi diyeydim yani” diye sordu kız giderek daha da sıkıntılı bir hale gelen ses tonuyla. “O adam kimdi?” dedi bu sefer… Ses tonundaki sıkıntıyı gizlemeye çalışmıyordu artık. Ender ederlerdi ama kavgaları genellikle böyle başlardı. “Aman canım eski liseden bir arkadaş işte yolda karşılaştık hal hatır sorduk bizim Ayşen’’in telefonunu istedi” dedi kız umursamaz bir tavırla. Onun bu tavırlar kanda dolaşan ateş miktarının daha da artmasına neden olmuştu. “Bu arada kulağındaki ne” diye sordu kız konuyu dağıtıp kavgadan kaçmak isteyen bir edayla. “Sonra anlatırım ne olduğunu” dedi o ama aklına ciddi ciddi yatmaya başlamıştı o aleti kullanmak.
Eli aletin açıp kapama düğmesine gitti. Aletin kenarını düzelterek karşısındakinin beyininin içine girmeye başladı. Evet sıkıntılıydı karşısındaki. Biraz da üzgündü. Göz göze gelince heyecanlanma sesleri veriyordu. Bu hoşuna gitti. Ama damarlarındaki ateş… “Tam buraya geldiğinizde kulağına eğilip söylediğin şey neydi o herifin?” dedi bu sefer kulağındaki aletin işlevini unutup. “Ya o benim eski bir arkadaşım, herif filan deme. Ayrıca niye seni görünce kulağına eğilip bir şey söyleyeyim manyak mıyım ben?” dedi kız bu sefer kızgınlık türküleri beyinölçerden vızır vızır çıkıyordu. “Vay demek herif dememe bozuluyorsun beyefendiye. Köpek yalamış gibi saçlarıyla sana yaltaklanan adamlara herif dememe de kızılıyor demek artık…” “evdekilerle niye kavga ettiğimi sormuyorsun…” dedi kız. Sesinde geldiğinden beri olmayan bir şey vardı. Bunu sanki aklına yeni birşey gelmiş gibi söylemişti. “Konuyu değiştirmeye çalışıyormuşsun gibi geldi bana ama söyle bakalım…” “Annemlerin seni tanıdığını biliyorsun. Geçen gün çarşıda, hastayım diye bana gelmediğin gün bir kızla görmüş annemler seni. Kızla sarmaş dolaş olduğunu söyledikleri için kavga ettim onlarla.”
Alnını kaşıdı bir süre kulağındaki kulaklığın sesini kıstı. Hangi gündü o? Ha evet doğumgünü için hediye alınan gün. Dört gün sonra doğumgünü vardı ve doğumgününde makyaj malzemesi almak için apartmanlarındaki çocukluk arkadaşından yardımn istemişti. Ne kadar süreceğini, makyaj takımının ne kadar zamanda alınabileceğini bilmediği için de hastayım bugün buluşmayalım dedimşti kız arkadaşına. O kız evliydi hem.. Üstelik onları çarşıya oralarda işi olan kocası bırakmıştı. “Eğer paran yetmezse gel bizim dükkandan al” bile demişti güleç yüzlü koca. Bu kadar uğraşın üstüne şimdi o gün yapılanlardan bahsetmek pişmiş aşa su katmak olacaktı. “Beni savunduğuna göre benim biriyle kırıştırmayacağımı biliyorsun. Ama benimle bu konuda kavga ettiğine göre de böyle bir şeyi yapabileceğimi içten içe düşünüyorsun ha?” Bu sefer kız gözleri kaçırdı. Beyinölçer sıkıntı sinyalleri veriyordu. Ama tam olarak sıkıntı sinyali de değildi bu. Yeni bir sesti bu. Bir makina mühendisi dehası olabilirdi. Ancak insan ilişkilerinde bir yere kadar başarılıydı.
Beyinölçeri yaparken sadece aklına gelen birkaç duyguyu yüklemişti. Neler yoktu makinanın içinde? Belki yalan… Veya kıskançlık. Hagisi olabilirdi bu duyduğu yeni ses?
Eğer yalan söylüyorsa o adama karşı bir şeyler hissediyor demekti bu. Eğer yapılan şey kıskançlıksa bir sorun yoktu. Ne oluyordu? Yoksa bu kadar senelik arkadaşlıktan sonra güvenini mi kaybediyordu kız arkadaşına karşı?”Kalk yürüyelim seni beklerken deli gibi çay içtim bir bardak daha içersem kusacağım şuraya” dedi ve kalktılar. Bu sesin ne olduğunu öğrenmek istiyordu. Şüphe beyninin içini kemiriyordu. Şimdi kız arkadaşına “bana okkalı bir yalan söylesene şu aleti deneyeyeyim bir” diyemezdi. Eh aynı mantıktan yola çıkacak olursak durup dururken kıskanmasını da isteyemezdi. Aklından geçen bir fikir yıldırım hızıyla aydınlattı beyininin içini. Yanından geçmekte olan bir kıza dğru döndü ve abartılı bir biçimde bacaklarına bakmaya başladı. Kız arkadaşı önce çantasında bir şeyleri karıştırmakla meşguldü ama hareketler ve bakmalar o derece abartılıydı ki bunu farketmemek için manda olmak lazımdı. “Nereye bakıyorsun aptal?” Kız arkadaşının en büyük küfürü ‘’aptal’’dı. Onu da çok ender söylerdi, çok sinirli olduğu zamanlar. Zaten beyinölçer zangır zangır titriyordu kafasının içinde. Ve yine o ses geldi kulaklarına. Yalan değildi bu. Kıskançlıktı. Kız arkadaşı onu seviyordu. Aldatmıyordu işte. Hayat güzeldi, kız arkadaşı güzeldi. Evlenip bir yuva kuracaklardı. Mutlu yaşayacaklardı.
“Sen kendini ne sanıyorsun? Yoldan geçen kadınlara nasıl böyle maganhdalar gibi bakabilirsin?” Kız arkadaşı ağlayacak gibi olmuştu. “Ben de gidip o herif diye çağırdığın arkadaşımın yemek davetini kabul etseydim bari…” Bu son cümle kanında dolaşan ateşin patlama noktasına gelmesine neden olmuştu. Ama beyinölçer bambaşka bir ses frekansında sinyal gönderiyordu bu sefer. Evet evet yalan sinyali işte buydu. Kız arkadaşı yalan söylüyordu. Onu kıskandırmak için söylüyordu bütün bunları.
“Adam olana kadar benimle görüşme” diyerek onu yolun ortasında bırakıp otobüs durağına doğru ilerlemeye başladı kız arkadaşı. O öylesine sevinçliydi ki. Öncelikle o adam onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. İkincisi çok sevildiğini biliyordu ve teknoloji bunu kanıtlamıştı ona. Resmen mutlu maymun olmuş, sevinçten yerinde duramıyordu. Gitme diyemedi ona. Kulağındaki aleti çıkardı. “Doğumgünün” dedi… Doğumgününde verecektim ama şimdi vereyim.” Makyaj takımı nasıl olsa verilirdi. Ne zaman olsa verilirdi. “Her şeyi açıklayabilirim sana” diyerek peşinden koşmaya başladı kız arkadaşının.
Akşam saatlerinde iki genç birbirlerinin beline sarılmış asfalt üstünde sahile doğru yürüyorlardı.Birbirlerine çok sıkı sarılmışlardı. Kız kulağındaki aletin ucunu düzeltip “lisedeyken o yanımda gördüğün adama aşıktım” dedi. Delikanlı elini kızın belinden tam çekecekti ki kız gülerek erkeğin elini alıp kendi belinin üstünde birleştirdi: “Bu aletin sen sinirli ve kıskançken çıkardığı seslerin birleşmesine bayılıyorum.” Deliler gibi gülüyordu kız. Bunun şaka olduğunu anlamak erkeğin beyin seviyesindeki ateşli kanın pahtılaşmasına neden oldu. “Bizim evdeki saç kurutma makinası bozulmuş hayatım onu da tamir edebilecek mi senin tekniker dehan” diye yeni bir soru kız. Bu sefer ikisi de gülmeye başladılar. “İstersen saç kurutma makinasını uzaktan kumandalı bile yapabilirim” dedi erkek.
İkisi birden kusuncaya kadar güldüler buna.
Hayat her zaman bu kadar kolay olmayabiliyordu. Ancak hayat bu kadar kolayken çok güzeldi.