Başta her şey iyiydi. Sonradan acayipleşti.
Beraberken konuşuyor ve anlaşıyorduk. Aramızdaki anlaşma her konuda fikir birliği sağlama değil onun söylediklerini anlama ve benim söylediklerimi anladığına emin olmaktı. Bunu sık sık birbirimizde deniyorduk. Birbirimize o an anlamsız küçük komutlar veriyorduk. Bazen git diyorduk bazen gel diyorduk. Al diyorduk ve ver diyorduk. Ve bu komutların hepsi eksiksiz yerine getirilebiliyordu.
İşler daha da yakınlaşmaya başlayınca karmaşıklaşmaya başladı. Çünkü uzaktayken al ve ver gibi komutlar yeterli olurken birbirine çok yakınlaştığında elini boğazımdan çeker misin, gözlerime parmaklarını bu gece de sokmasan olur mu gibi komutlar devreye girmeye başladı. Bunları anlamak da yerine getirmek de eskiye oranla daha zordu.
Yakınlaştıkça anlaşılmanın zorluğunun bana iki seçenek getirdiğini söyledi kadın: Ya karşımdakinden eskisinden de fazla uzaklaşacaktım ya da şimdikinden daha yakın olacaktım. Yoksa anlaşamaz birbirimize zarar verirmişiz. Yakın olmakla birbirimize zarar vermek arasında seçim yapmak hiç de güç değildi. Kaldı ki yakın olmak şahaneydi: Kalorifere verdiğiniz para azalıyordu, içkiye ve yara bandına…
Ne kadar yakınlaşırsak aramıza o kadar çok insan girmeye başladı. Biz birbirimize uzakken bizimle ilgilenmeyen herkes biz birbirimize yakınlaşınca aramıza girmeye çalıştılar. Nedenini anlamak mümkün değildi. Aramıza girerken de hep kaşlarını çatıyorlar, korkunç korkunç bakıyorlardı bize. Kadın bu konuyu araştırmış. Bunun sebebini değil çözüm yolunu söyledi bana: Biz birlikte olmak için bizim çöplerimizi almaya gelen ve sifonu çektiğimizde kakaların gittiği yeri belirleyen adamdan izin almalıymışız. O anda tuhaf gelse de etrafımızdaki çatık kaşlı insanların gitmesi için buna değer diye düşündüm.
Herkes çok sevindi bunu yapmamıza. Büyük kutlamalar yaptılar bunun için. Kakalarımızın gideceği yeri saptayan adamın hayatımızın gideceği yeri belirlemesine izin verdiği için hediyeler verdiler, güzel kıyafetler giydirdiler bize. Ama artık kaşlarını çatmıyorlardı ve hediyelerden çok daha önemliydi bu.
Yeni olan her şey değişim anlamına geliyordu. Değişen her şey kötülük anlamına geliyordu. Çünkü birlikte olmak, yan yana yürümek ve kadının eline dokunmak istemesinin sebepleri o anki durumdu. O durum her değiştiğinde birlikte olma sebeplerinden biraz daha uzaklaşıyordunuz.
Ama tek sorun o da değildi. Bir gün kadınla konuşurken cümlelerinin arasında anlayamadığım bir kelime duydum. Başta çok da takılmadım. Sonra anlamadığım kelime ikiye çıktı, üçe dörde… Bu kelimelerin anlamlarını çözemedim bir türlü. Ama sanırım anlamadığım kelime de en büyük sorunum değildi. Ben bir şeyler söylediğimde kadın da benim söylediklerimi anlamıyordu. Bu kelimelerin kullanıldığı yerlere bakıp anlamlarını çözmek için bayağı bir çaba gösterdim. Fakat bu dili öğrenmek mümkün değildi.
Anlaşabilmek için birbirimize el hareketleriyle komutlar vermeye başladık. Ortak hiçbir kelimesi olmayan iki kişi için başta bayağı bir işe yaradı bu. Ama temel ihtiyaçları karşılayabiliyordu bu komutlar. Kendimi küçükken sahip olduğum köpek gibi hissettim. Yat! Gel! Isır! Bu gibi komutlara itaat ediyordum el işaretleriyle. El işaretlerinin bir diğer kötü tarafı da karmaşık duyguları ifade etmek imkansız hale geliyordu. “Neden artık benim gözlerime eskisi gibi bakmıyorsun” veya “keşke bana dokunduğunda eskisi kadar sıcak olsa ellerin” gibi soruları el işaretleriyle anlatmayı ben beceremiyordum. Kimse de beceremez gibi geliyor bana.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de bıçakla dolaşmaya başladı kadın. Bir şey söyledikten sonra bıçağı ustalıkla kullanıyordu. Söylediklerini anlamıyorum ya… Bunların ne kadar kırıcı olduğunu anlayayım diye bıçağını saplamaya başladı bana. Benim için daha iyi olmuştu bu aslında. En azından onu tekrar anlamaya başladım. Bacağıma saplayınca az kızgın olduğunu görüyordum, karnıma saplayınca biraz daha sinirli, gözüme saplayınca çok sinirli, gözüme saplayıp bıçağı içerde çevirince iyice sinirli.
Sonra beni kolumdan tutarak bir yere götürdü. Bu gittiğimiz yerde kötü kıyafetleri belli olmasın diye üstüne siyahlı kırmızılı yeşilli giyen adamlar ve kadınlar vardı. Herkesten yukarda oturuyorlardı. Sinirli sinirli bakarak sert sert konuşuyorlardı. Kakaların nereye gideceğini belirleyen adamlardan aldığımız izinleri iptal edebiliyorlarmış. Onların esas görevini sonra öğrendim. Mesela yere kaka yaparsan onlar ceza kesiyormuş. Esas işleri ceza kesmekmiş ama yan iş olarak insanlara artık birbiriyle yan yana durmamaları gerektiğini söylüyorlarmış.
O ne diyorsa öyle yaptım. Evde tek başıma oturup eski bıçak yaralarını tedaviye başladım.
Başta her şey iyiydi. Sonradan acayipleşti.