Pinokyo’nun az bilinen hikayesi

pinokyo-412x340Herkes yanlış biliyordu. Pinokyo babası Gepetto tarafından yalnızlığını gidermesi için yapılmamıştı. Gepetto neyin ne olduğunun bilinmemesi için aptal bir aracıydı. Zaten değil kukla yapmak burnunun ucunda olup biteni görecek becerisi yoktu.

Pinokyo bir peri ürünüydü. Periler istediği her şeyi yapabilecek yetenekte büyücülerdi. Kendilerine büyücü denmesini istemezlerdi çünkü genelde o tip kadınlar yaşlı ve sivri burunlu olurlardı. Periler her daim gülerler, elma yanaklı olurlar, sarı saçlarıyla mutluluk dağıtırlardı.

Pinokyo peri tarafından tasarlanmıştı. Özel olarak üstünde çalışılmış bir sanat eseriydi. Bir şeyi eksik mi fazla mı olmuştu, hafif bir defosu vardı. Ama peri, tüm her daim gülen elma yanaklı sarışın gibi kendini beğenmişti. Kendini beğendiği için de bir takım hataları görmezden gelmesi normaldi.

Perinin Pinokyo’yu yapma sebebi çok basitti: Tüm güzeller gibi biraz kelimesinin kaldırabileceğinden daha çok yalnızdı. Yalnız olmasa ne olacaktı ki kimseyi yanına almıyordu ki. Bir çocuk ondan hoşlanmıştı da nasıl da elma yanaklarıyla güle güle, şirin davrana davrana onu yanından uzaklaştırmıştı. Çocuk güler yşüzlü bir kadın görünce ona bir perilik yapacak zannetmişti de nasıl elma yanaklı tekmesi yemişti kıçına.

Ama ne oldu? Her etrafından erkek iten güzel kadın gibi yalnız kaldı. Ama ne oldu? Her yalnız kalan güzel kadın gibi ballının teki olduğu için kendine, kendini oyalayacak bir kukla yaptı işte.

Kimse Pinokyo’ya bir şey sormamıştı. Kocaman bir meşe ağacıydı o. Ne yapması gerektiğini düşünmeyen, sadece dik duran, uzaklara bakan, yapraklarının arasından geçen rüzgara şaşıran, köklerinden gelen suya şaşıran, insanların birbirlerini nasıl ve neden sevdiğine şaşıran bir ağaçtı o. Sonra bir peri geldi ve ona sormadan onu bir kukla haline getirdi.

Peri Pinokyo’nun kendine gelince gördüğü ilk şeydi. Doğar doğmaz perinin kocaman kocaman gözleri, kocaman kocaman gülüşü, lüle lüle sarı sarı saçları… Elma elma yanakları… Tekrar tekrar… İkişer ikişer…

Pinokyo muhtemelen aşık oldu. Eğer aşık olmanın ne olduğunu bilseydi “vay be aşık oldum” der ve gün batımlı restoranlara gidip kendin içkiye vururdu. Ama onun için aşık olmak bir tahta kurusunu vücudunun muhtelif yerlerinde barındırmak, zaman zaman için için kaşınmak, sert rüzgarlarda eğilememek gibi. Tarif edilebilecek bir şey değildi.

Pinokyo’nun hayatı boyunca yapacağı yaşayacaı çok hatalar olacaktı ama en büyük ve birinci hatası perinin ona gülerek bakmasından anlam çıkarması oldu. O sandı ki peri ona gülerek bakarken hisli duygular besliyor tahta vücuduna karşı. Eh be Pinokyo kadın iyilik perisi. İşi iyilik yapmak. İşi sana ve senin gibilere güzel güzel bakıp gülmek.

Pinokyo dünyanın en akıllı tahta parçası değildi ama kendi içinde tutarlı bir mantığı vardı. Pinokyo kendi kendine diyordu ki eğer bana gülüyorsa, eğer bana iyilik yapıyorsa beni seviyordu. Peri kenri ruhsal boşluklarını doldurabilmek için erkek yaratmıştı Pinokyo’yu ve doğal olarak da kukla da böyle düşünüyordu işte. Erkekler böyle düz mantıklı ve basit yaratıklardı işte.

Ama dedik ya olay özünde böyle değildi. Bir süre Pinokyo’yu iyi biri yapmak için uğraş veren peri bundan sıkıldı. Çünkü o bir kadındı. Periler kadın olurdu. Kadınlar kendi iyi ve kötülerine göre değerlendirirlerdi diğerlerini… İyi ol derken kafasından o sırada geçen bir şey oluyordu mesela… Ona göre iyi oldurtuyordu. Sonra başka bir yere uçuyordu aklı. Vay sen niye öyle oluyorsun da böyle olmuyorsun deyip ilke söylediğinin tersini buyuruyordu. Kafa göz giriyordu Pinokyo’ya. Bir de orasını burasını uzatıyordu ceza olarak… Erkeklerin en büyük cezasıydı orasının burasının yaptığı yanlışların ardından uzaması… Yalan söylediği için mi uzar uzadığı için mi yalan söyler polemiği…

En sonunda peri kararını verdi: “Seni insan yapacağım”. Pinokyo insan olmak nasıl bir şey pek anlayamadı. Aşık olmayanın aşık olmanın ne demek olduğunu bilemediği gibi. Peri yine kendi kafasına göre bir iş yapıyordu. Hemen gidip insan arkadaşlarına insan olmanın nasıl bir şey olduğunu sordu. Tahta bir kukla olmaktan çok farkı yoktu. Ama kalp ağrısı biraz daha fazlaydı. Pinokyo kalp ağrısının nasıl bir şey olduğunu sordu, aldığı cevap ilginçti:

“Hani tahta kuruları yok mu içini kemiren… Hani öldüremezsin onları bir türlü.İlaç sıksan gözüne kaçar… Ezmeye çalışsan içindeler nasıl elin ulaşacak. Dışarıdan vurursun da vurursun sanki onları sarsabilecek gibi. Sonunda göğsün acır daha fazla. Gece yarıları çok düşünürsen çıtır çıtır seni yediğini duyarsın… İşte öyle bir şey.”

Pinokyo bunları duyunca derin bir soluk aldı ve periyi çağırdı. Peri güzel gülüşü ve elma yanaklarıyla geldi. “Ben ne istersem yapacak mısın” diye sordu Pinokyo. Tabii ki yapacaktı peri. Bunu güzel mavi gözlerini bir iki kez şirin şirin kırpıştırarak onayladı. “O zaman” dedi Pinokyo ve aklından geçeni söyledi.

Ertesi gün güneşin ilk ışıkları Pinokyo’nun odasını aydınlattı. Pinokyo artık yatağında değildi. Pinokyo artık bildiğimiz anlamda bu dünyada bile değildi. O perinin oyuncak adamı olmak yerine dört kapılı bir gardrob olmayı yeğlemişti. Gepetto baba Pinokyo’nun odasına geldiğinde “nereye kayboldu bu sıpa kesin bir kuklacının peşinden gidip balina tarafından yutulmuştur” gibi klişe bir şeyler söyledi. Odadaki yeni dört kapılı dolaba çok da dikkat etmedi.

Dolabın kapağını açıp kaparken periye olan aşkından iç geçiren bir kukla sesi duyabilirdi dikkatli kulaklar.