Ülkenin anaokul kavramıyla ilk tanıştığı yıllardı. Büyük şehire yeni gelmiş ailem burada yalnız ve çok çalışmak zorunda oldukları için o minicik yaşıma rağmen beni o okula göndermişlerdi. Ötekiler evlerinde biraz daha rahat etmek isteyen ailelerin birkaç saatliğine okula gönderdikleri çocukları olduğu için bana göre çok daha büyüklerdi. Zaten zengin ailelerin çocuklarıydı. Hayvan gibi, iri yarılardı ve 6 yaşındalardı!
Diğer çocukların en büyük eğlenceleri günün belli saatlerinde benimle uğraşmak ve anaokulunda varlık sebebini şu an dahi bilmediğim üstünde miki resimleri olan dolaba beni kilitlemekti. Hep birlikte bağırır çağırır; beni alır ve dolaba, o karanlık, dar ve boğucu yere sokarlardı. Çok korkardım. Ağlardım. Bağırırdım! Bir öğretmenin akıl edip beni oradan çıkarması için dakikalarca bazen saatlerce beklerdim.
Anaokulda sevdiğim bir kız vardı. Aşık mıydım? İnsan o yaşlarda ne bilir ki aşık olmayı… Gün batımlarında el ele sahilde uzak ufka bakmayı keşfetmemiştim ama yine de bir şey vardı işte içimde. Adı Feriha Perihan’dı. Bir insanın neden çocuğuna böyle bir isim koymak isteyeceğini sorgulamak aklımdan bile geçmezdi o yaşlarda. Beni en çok rahatsız eden o yaşlarda “R” harfini söyleyemediğim için onun adını ağız tadıyla dillendirememekti. Çok “R” vardı isminde ve ben söyleyince çok “Y” oluyordu bu.
Öğle saatlerinde uykuya yatardık öğretmenler biraz olsun rahat etsin diye sanırım. Yatakhane olarak tasarlanmış o odada uyumak, dolaba kilitlenmemek için çok garantili bir yoldu. Orada uyumayı hep çok sevdim. Benim tek sorunum uyanmaktı. Uyanınca çok aptal olurdum. “Bir insanın zeka yaşı uyku mahmuruyken kaç puan düşebilir ki” sorusunun cevabı gibiydim.
Bir öğleden sonra uyandığımda herkes çoktan uyanıp ayılmış ve kendi aralarında koyu bir sohbete başlamışlardı. En toraman çocuklardan biri ‘Ben Türkan’ı seviyorum” diyor ve ona olan aşkını anlatıyordu ballandıra ballandıra. Sonrasında bir diğeri “Benim aşkım Filiz” dedi. Herkes onu takdir etti. Bu takdirlerden gazı alan bir diğer iri çocuk “Ben Emel’i seviyorum” dedi.
Sanırım ben uyurken dünya değişmişti ve herkes aşkını ilan etmeye başlamıştı. Ne kadar güzeldi ve benim gibi aşkını dile getiremeyen biri için ne güzel bir fırsattı. “Ben Feriha Perihan’ı seviyorum” dedim tabi ki “R”leri kendi tarzımda söyleyerek. Herkes sustu ve bana bakmaya başladı. Bir terslik olduğunu anladım. Beni dolaba kilitleyeceklerini sandım. Üstümdeki pikenin altına saklanmaya çalıştım. Ama öyle olmadı. Herkes gülmeye başladı. Katıla katıla bağırarak beni gösterip gülmeye başladılar. Meğer hepsinin seviyorum dediği o dönemin sinema yıldızlarıymış. O anda beni alıp dolaba kilitlesinler istedim. Ama onlar benim etrafımda hoplaya zıplaya benimle dalga geçmeye devam ettiler. Tek gülmeyen, köşede kendince ağlayıp duran Feriha Perihan’dı.
O günden sonra bir daha hiçbir kıza aşık olduğumu söyleyemedim. O cesaret, lüks bir semtin anaokulu yatakhanesinde buharlaşıp uçtu üstümden. Hep benim yerime “Bu salak oğlan seni seviyor kız” diyen iyi arkadaşlarım oldu.
Ayı gibi altı yaşındaki çocukların etrafımda dans edip benimle dalga geçmesi yüzünden mi yoksa Feriha Perihan’ın annesini okula getirip öğretmenlere beni parmağıyla gösterip ağlaması yüzünden mi oldu, şimdi tam olarak bilemiyorum.