Ne yazık ki sevgilerin boyları, türleri ve renkleri çok değişiktir.
Etrafınızda arkadaşlarınız tarafından beğenilip onaylanmış, ailenizin sevip yanınızda görmek istediği kızlar kırmızı başlıklı kızlardır. Böylesi aşklar da kırmızıdır.
Bir de, bir anda bir çift çocuksu bakışa sahip göze takılmak vardır ki bunlar mavidir.
Kırmızı köşedeki boksörlere hayatınızı tek kalemde emanet edebilirken, mavi köşedeki sessiz kıza sadece, beyninizin slow şarkılarla yıkanmış gizli romantik köşelerindeki el ele tutuşmalarını, gazete kâğıtlarına sararak gizlice uzatabilirsiniz.
Aşk mavidir ve kırmızı çoğu zaman kurtarmamaktadır.
Renk körü olan insanlar, herkesin bildiği gibi kırmızı ve maviyi ayıramamaktadırlar.
Bu kişiler kırmızıyı mavi sanıp peşinden büyük bir tutkuyla giderek hayatlarını harcarlar. Bu durum filmin sonuna kadar filmin güzelleşmesini bekleyen ve sonunda hayal kırıklığına uğrayanların durumudur.
Maviyi kırmızı sananlar ise ellerindeki son model bilgisayarlarla ceviz kırmaya çalışanlardır.
Bir hayal, ona ulaşılamadığı sürece güzeldir.
Genelde kadınlar hoş ama renk koru yaratıklardır. Renk körlüğü vücuda en az terli terli içilen soğuk su kadar zararlıdır.
Dünya üstündeki sizin dostunuz olan kalp mütehassısları sürekli size tek eş, tek arkadaş hatta sürekli aşk önerirler. Bunun sebebi, onların mantıklarının bir kalp üstünde iki aşkın birden var olmasını kavrayamamalarıdır. Oysa ki bir kalp üstünde bilmem kaç tane kapakçık, içinden gecen bilmem kaç litre kan vardır. Ayrıca sıradan kalpli bir insan bile ayni anda hem vatanını, hem ülkesini, hem de kırmızı kutulu meşrubatını sevebilmektedir.
Ben renk ayrımlarını ilk kez, geri sayımın ortalarında yağmurlu ve siyah beyaz bir günde fark ettim. İnsanlar arasında mini etek, kısa kol ve birbirlerine çamur sıçratma modası hakimdi. İnsanlar kafalarını eğdikleri için gökkuşağının renklerini sadece su birikintilerinden seçebiliyorlardı. O sırada yağmurun iri damlaları üstüme tenezzül etmemekteydi.
Bu arada ben, kolumda kırmızı başlıklı kız konuşlandırılmış olduğu halde, beynimin en bastırılmış köşelerine nişan alan gözlerle karşılaştım. Bir an acaba beni sever miydi diye düşündüm?
Hemen sonra bilgisayar çağında mucizelere pek rastlanmadığı aklıma geldi.
İnsan kolaylıkla engin maviye veremez kendini. Atamaz kendini giden geminin ardından, serde kırmızı vardır. Zaten yanına gider gitmez konuşulan ilk kelimede kaybolur mavinin büyüsü.
Beraber olmayı teklif etmek zaten kolay değildir, çünkü soru eki mı ve mi ayrı mı yazılır bunu bilemezsiniz böylesi durumlarda.
“Haydi bu son yeniden başlayışım olsun” şeklinde kandırmaya çalışırsınız kendinizi, yemez.
Hem sonra çılgınlar gibi sevmek fiilinin geniş zamanı var mıdır ki? Gelecek zamanda kullanırken ne kadar dikkatli olabilirsiniz ki? Başınızdan onunla ilgili bir şey geçmese bile, sık sık onu ilk gördüğünüz yere ihtiyaç duyarsınız.
Bu arada kırmızı başlıklı kız boş durmamakta ve size sorular sormaktadır: “Sevgilim senin gözlerin neden böyle başka tarafa bakıyor? Sevgilim senin ağzın neden bu kadar suskun? Sevgilim senin kulakların neden beni duymuyor?”
Bu tedirgin sorular silsilesini “O BENİ ETKİLEDİĞİ İÇİN” şeklinde cevaplayamazsınız, böyle cevap verilmez. Çünkü bu aralar kendinizi Pinokyovari bir şekilde dört kapılı gardırop yapılmayı beklerken, ipsiz bir kukla olmuş yarı hammadde gibi hissedersiniz. Etrafınızda sizi insana çevirecek bir peri ya da insancıl düşünce yoktur. Trene bakar gibi gözlerinizi uzaklara kaçırırsınız, uzaklarda,güneşin ufukta kaybolduğu bir yerlerde siz de kaybolur gidersiniz.
Tanrıya inanır mısınız? İlk bakışta aşka inanır mısınız? Bir kızın çok yakınlarına kadar yaklaşıp ona bakamamaya inanır mısınız? Peki o kız için hayatımın geri kalanını çöpe atardım desem bana inanır mısınız?
Aniden gördüğünüz çocuksu gözler yakışıklı prensten daha mı kuvvetlidirler ki hiç öpmeden uyandırırlar sizi uykunuzdan? Tek eş, tek aşk, tek kadın kelimelerini öyle çok sarf etmişsinizdir ki, tükürdüğünüzü yalayamazsınız.
Birileri sizi anlamaya çalışacaklar. Ancak o kadar yorgun olacaksınız ki, onlara neyin ne olduğunu anlatamayacaksınız. Belki son gücünüzle fısıldamaya çalışacaksınız, ancak kimsecikler fısıltınızı duyabilecek kadar yaklaşmayacaklar size. Başınıza kötü bir şey gelirse “biz sana dememiş miydik” diyecekler. Bunu da siz duymayacaksınız.
Mavi bazen dışarıda yağan yağmurdur.
Geceleri kırmızı başlıklı kızla geçirilen saatlerde, yağmurun sesini duyarsınız. Size yağmur yağmadığı söylenir. Bulutların hormonal bozukluğu olan romantiksiz şekillerinden bahsedilir size. Yağmur gökkuşaksız karanlıklar içinde durduktan sonra bile, konuşulanlara, dostlara, kurallara ve yasaklara rağmen elinizi cama koyduğunuzda yağmuru hissedebilirsiniz. Bu açık açık söylenmedikçe kimsede alerji yapmaz ve kimseyi kaşındırmaz. Gözlerinizde biriken yaşların etraftaki insanlar tarafından fark edilmemesi için odanın içinde hemen o anda yağmasını dilersiniz.
Mavi rengi taşıdığından haberi olmayan kişilerle kalabalıkta yalnızlık yaşarsınız. Beraber oturduğunuz masaya adını ya da gözlerindeki ifadeyi kazımak istersiniz. Şansızlık bu ya, yanınızda bu iş için yapılmış konvansiyonel bir alet yoktur.
Güneş denize vurmakta, deniz güneşe vuramamaktadır.
Kendinizi tıpkı antika saatler gibi hissedersiniz. Tikdüze, takdüze, tekdüze… İçinizde sürekli zararsız bir akrep taşıyor ve asla rahat edemiyorsunuz. Aynı milin etrafında saatler, günler ve seneler boyu dönüp duruyorsunuz.
Ya bir gün yalnız kalırsam sorusu değildir kırmızı başlıklı kızı bırakmanıza engel olan… Ancak yine de mavi sürgün adına yalnız kalmayı göze alamaz insan. Sonuçta kırmızı başlıklı kızınız siz atla deseniz, kısa bir yolculuktan sonra Amerika Empire State Building binasından atar kendini.
Böyle bir insanı değil aldatmak, şaşırtmak bile gelmez insanın içinden.
Sonuçta mavi ne kadar güzel olursa olsun bahaneler bulmaya başlarsınız.”Sonuçta o da karbon bazlı bir yaratık” dersiniz.
Sonuç olarak kırmızı başlıklı kıza telefonda sevdiğinizi söylersiniz.
Oyuncaklarınızı, hayallerinizi, anlık sevgilerinizi bir kenara atar ve yeni oyunlar arayışına girersiniz.