/

Bir kalp, baypas ve iyileşme hikayesi

Çocukluktan beri “günün birinde kalp sorunu olabilir” stresiyle yaşamayanlar bilmezler bu durumu. Herkes normal normal yaşarken benim niye kalp krizi riskim olsun ki? Çünkü göbeğim var, çünkü orantısal olmayan bir vücut formasyonum var (büyük göbek kısa boy gibi) boy kilo dengesi diye bir şey yok, aile geçmişinde 60 yaşını gören erkek yok, kadınlı erkekli kalp sorunu olmayan yok…

Bütün bunlar bana her zaman ve daima günün birinde kalple ilgili sorun olabileceğini söyleyip durdu. İnsan psikolojisi o kadar enteresan ki bir noktada bu fikre alışıp benimsiyorsunuz. Hani biri size gelip öleceksin dese “ha öyle mi ya tüh… neyse ne yapalım” der misiniz? İnsan diyor. Madem kimse 55’in üstünü göremiyor, o zaman o zamana kadar iyi yaşayalım. Gerisini salla gitsin.

Mantıklı ve doğru bir insanın bu noktada şunu demesi lazım: “Ya bu kadar insan niye ölüp gidiyor? Bunun bir kurtuluş yolu yok mu?” Ben bunu demedim. Hatta her nasılsa sürekli geçerliliğini bildiğim tıp kurallarıyla kavga haline girdim. Kolesterol yüksek ama bilmem ne… Göbek çevresi geniş ama bilmem ne… Kalp ritminde sorun var ama bilmem ne… Sigara içiyorum ama bilmem ne…

Bunu neden yaptığımı bilmiyorum. Bir noktaya kadar cidden sorunlardan kaçılabileceğini umdum. Ama bir nokta vardı ki artık kaçmak imkansız oldu. O nokta en az 30 sene önce birlikte olmamız gereken ama olamadığımız, 50 sene daha beraber geçirmeniz gereken bir insanla tanıştım ve bu işi halletmek kaçınılmaz oldu.

Doktor seçimi için atılması gereken adımları size “kendi tercihlerimden” yola çıkarak anlatmak istiyorum:

  • Öncelikle doktora daha çok inanmak için doktorun sizi ismen tanımayan biri olması bana çok mantıklı geldi. Sizi tanıyan insanlar yüzünüze “ölürsün vallahi” derse inandırıcı olmuyor.
  • Kalp için seçeceğiniz doktorun cerrah olmaması bana daha mantıklı geldi. Çünkü getireceği önerileri kendinin sizi ameliyat etmesi için getirmediğini bilmek insana daha iyi geliyor. Bunu söylerken sakın kimse diğer doktorlar böyle yapıyor dediğimi düşünmesin. Sadece bilen bilir çok paranoyak bir insanım ve bu yolu seçmek daha iyi geldi.
  • Doktor seçiminde beni en çok zorlayan şeylerden biri onun konumu oldu. Çok iyi doktorlar tanıdım, mükemmel insanlardan randevu alma şansına eriştim. Ama eğer doktor her zaman ve düzenli ulaşabileceğiniz bir yerde değilse o doktorla olmuyor. Ne kadar iyi olsa da ne kadar huylarınız uyuşsa da olmuyor. Çat kapı gidilebilecek bir doktor veya her hafta randevu alabileceğiniz bir doktor doğru doktor. Diğerleri çok zorlu süreçler getiriyor.
  • Doktor dediğimiz kişinin en önemli özelliği, sizi para makinesi ya da bir süreliğine başını ağrıtacak biri gibi görmemesi olmalı. Bunu hissettirmesi bile yeter.

Şimdi gelelim işin tahliller tarafına… Bu sizin için “gittik kan verdik bitti” kadar basit bir şey olabilir ama gerçekten de öyle değil…

  • Kalbinize neler olup bittiğini anlamanız için yapmanız gereken birçok tahlil var. Bunların başında elbette kan tahlilleri silsilesi geliyor. Kan tahlillerinin en önemli tarafı anlaşılmaz sayı ve isimlerden oluşuyor olması. Buradaki rakamların alt ve üst limitleri var. O limitlerin ortalarındaysanız hayat size güzel. Limitlerin dışında yaşıyorsanız işte orada panik değil akıllı olmak gerekiyor. Çünkü bu rakamların yüksek ya da düşük olmasının sizin aklınızın tahayyül edemeyeceği binlerce sebebi olabilir. O rakamlardan birinin yüksek çıkmasının sebebi kanser de olabilir o hafta geçirmekte olduğunuz nezle de… Yorumlamaya kalkmayın. O rakamlara bakmayın. Hele internete hiç girmeyin elinizde o rakamlarla. Orada sizi manyak yapmak isteyen insanlar var çünkü. O rakamları göstermeniz gereken tek kişi doktordur. Bu tartışmaya açık değildir.
  • Genellikle kalp tanısına giden yolda testler çok basit ve yapması kolay. Ben sizin yerinizde olsam bu testlerin neler olabileceğini bilen aile hekimime gider, ondan testleri yazmasını ister, bunları bir devlet kurumunda yaptırarak neredeyse bir aylık asgari ücret kadar kara geçerdim. Über özel hastaneyle mahalle dispanseri arasında sonuç değişikliğini doğrulayabilecek bir teknoloji farkı yok.
  • Bir üst seviye tahlillere geldiğimizde artık özel hastane seçeneğini daha çok değerlendirmeniz lazım. Mesela benim en çok beğendiğim testlerden biri sanal anjiyo adını verdikleri bir sistemdi: Aslında BT Scan de denen bilgisayarlı tomografi bu. Damarları ve kalbi üç boyutlu olarak modelliyor. Anjiyodan çok daha kolay ve sıfır ağrılı bir sistem bu. Bazı doktor arkadaşlarım ne gerek var bundan geçip ekstra radyasyon almaya da dediler. Ama en azından bir şüphe varsa onun ilk kanıtları için çok ağrısız bir sistem.
  • Sanal anjiyo için şunu söyleyeyim: Benim vakamda net bir şekilde bir damarımın kapalı olduğunu söyledi bana. Ama bu kalp ameliyatına girmek için değil, gerçek anjiyoya girmek için motivasyon sağladı ki o da beni baypasa götürdü. Detayları anlatacağım.
  • Ve gelelim anjiyoya. Bu çok acayip bir şey. Ameliyat desek değil, tahlil desek değil, hepsinin arasında bir şey. Sonuçta vücudunuza giren kıl büyüklüğünde bir boru, doğru yerlere geldiğinde oraya boyalı su bırakıyor. Boyalı su kanın nasıl gittiğini röntgen makinesi benzeri bir cihazla kaydediyor. Böyle olunca ne oluyor? Damarlar tıkalı mı, ne kadar tıkalı, neresinden itibaren tıkalı gibi sorulara net cevaplar veriliyor.
  • Nasıl bakıldığını da öğrendim: Mesela bir damarım üstü koyu renkli görünüyor altı açık renkliyse alt tarafa olması gerektiği kadar kan gitmiyor anlamına geliyor bu. Çok gereksiz bir bilgi verdim size ama bana enteresan geldi bunu bilmek. Böylece daha anjiyo sürerken ameliyat olmam gerektiğini anlamış vaziyetteydim.
  • Anjiyoya hazırlanmak birkaç dakika sürüyor. İki tip anjiyo var: Damarların içinde boru dolaşacağı için (boru dediğime bakmayın kılcal borulardan bahsediyoruz) büyük damarlardan içeri girmek durumundalar. Bu da ya kasıktan ya bilekten yapılması anlamına geliyor. Kasık doktor için kolay bilek hasta için.
  • Operasyon birkaç dakika sürüyor. Yani borunun içinizde saatlerce dolaşacağını düşünmediniz değil mi? Bir nokta var anjiyo sırasında. Bunu iki kere net hissettim: İçerde bir şey varmış gibi hissettiğiniz, kalbinizin fıt fıt yaptığı bir an o. İnsan ne kadar soğukkanlı, ne kadar bilgili olursa olsun orada bir minik panik yaşıyor. Ama saniyeler sürüyor korkacak bir şey yok.
  • Çıktıktan sonra büyük damarlardan giriş yapıldığı için onun pıhtılaşmasını beklemek durumundasınız. Ortalama iki saat sürüyor. Bazı hastaneler büyük paranoya yapıp anjiyo sonrasında sabahlamanız gerekir hastanemizde gibi acayip şeyler söyleyebilir. Bana hiç denk gelmedi, denk gelen arkadaşlarım var.
  • Anjiyo, kesine çok yakın sonuçlar veriyor. Anjiyo sonrasında her şey doktor yorumuna kalıyor. Anjiyonuzun DVD’sini (evet sene 2022 hala DVD veriyorlar bir buluta koymuyorlar lanet filmleri) mutlaka alın ve hatta çoklayın. Çünkü artık kalbinizi değil anjiyonuzu göstermeye başlayacaksınız. Ben ameliyata girerken doktorlar DVD üstünde çalışıyordu öyle söyleyeyim.

Şimdi gelelim karar anına… Bu an gerçekten de çok önemli. Anjiyoyu olup ikiden fazla damarın tıkalı olduğunu size söyledikleri andayız. Ondan sonra müthiş bir pazarlama dünyası taktikler bütünü yaşanıyor çünkü.

Benim vakamda şöyle oldu: Anjiyodan çıktım, doktor yanıma gelip baypas ile hallolabilir ancak dedi. Tamam dedim. Sonra bir anda ortamda elinde kağıt kalem ve dosyamla birlikte bir kadın belirdi. Benimle ilgili her şeyi biliyordu ve bu hastanede hangi hocayla ameliyat olmam gerektiği konusunda beni ikna turlarına girdi.

Çok sinirlendim. Çünkü anjiyodan çıkmış, küçükken “baypasa giriyor gider bu” lafını duyduğum yaylı amcalardan biri olmuştum. Ve bir kadın karşıma geçmiş benim iki dakika kendi kendime düşünmeme izin vermeden bir an önce onların hastanesinden paket almamı sağlamaya çalışıyordu. Her şeyin ötesinde anjiyo sonrasında nekahet odasındaydık ve etrafta benim gelir düzeyim ve kapalı damarlarımın son halini dinleyen 10 kişi vardı. Ablayı çok da kibarca olmayan bir şekilde odadan kovdum. O hastanenin hemşireleri bana bu hareketim için teşekkürlerini gönderdi.

Tekrar ilk gerçekle yüzleşme anına dönelim bu detayı geçip…

Doktorun anjiyo ekipmanını apar topar toplaması ve benim gözlerimin içine bakmaması, bir de ekrandaki tıkanıklık belirtileri beni işlerin iyi gitmediği konusunda ikna etti. Doktor hastayı getirin içeri filan deyip olayı boğuntuya getirecekken konuyu ben açtım: “Sanırım stent ile hallolacak bir mevzu değil…” Yüzüme baktı, şaşırdı biraz ve evet baypas olmanız daha mantıklı duruyor dedi.

Dönelim bu işin mantığına:

Stentlerin belli negatif kullanım sebepleri var: Her damar için ayrı ayrı yapılması gerekiyor. Bazılarını eş zamanlı olarak yapamıyormuşsunuz ve araya zaman girmesi lazımmış. Mesela Stent dediğimiz şey damarın normal tıkanma hızından daha hızlı tıkanabiliyormuş. Mesela birçok vakada 4-5 yıl idare eden stentlere “oo çok iyi dayandı” diyorlar. Bu bana çok acayip gelmişti.

Gelelim baypasa… Baypas ile vücudun farklı kesimlerinden (çoğunlukla bacak, az olarak kol vs…) damar alınıyor. Kalbin ilgili tıkalı damarlarına gidiliyor ve onlar oradan kesilirken yerine vücudun diğer taraflarından alınan damarlar takılıyor. Bu da anladığım kadarıyla 10-25 sene gibi, muadili teknolojilere kıyasla çok uzun konforlu bir zaman dilimi veriyor.

O yüzden doktor bana gelip sana baypas yapalım dediğinde kendimi yerden yere atıp ağlamaya başlamadım. Doktor da benim ne düşündüğümü bilmiş gibi bana beni sonsuza dek mükemmel ikna edecek bir açıklama geçti: “Ben bu tıkanıklığı araya birer ay koyduğumuz 4-5 operasyonla düzeltebiliriz. 3-5 sene gayet de iyi tutar. Ama tekrar temizlemek gerektiğinde ki gerekecek, o zaman tekrar şimdiki gibi 50 yaşında ve hızlı iyileşen bir yapıya sahip olmayacaksın. Ne gerek var yap bitsin…”

Çok ikna edici sözlerdi bunlar. O yüzden “ne baypas mı olacağım lanet olsun çok bahtsızım” gibi bir ağlaşma içine hiç girmedim. Eskiden, 80’lerde baypas yapmış hocalarla konuştuğumuzda baypas yapılan hastaların kurtulma yüzdesinin neredeyse yarı yarıya olduğunu dile getirirlerdi. O zamanlarda korkardık. Ama şimdi öyle değil. Tıpta yaşanan her 10 gelişmenin 6’sının kalp teknolojilerinde olduğunu gördü bu gözler ve haberini yaptı bol bol. O yüzden şu anda bildiğimiz baypas, geçmiştekiyle uzaktan yakından bağıntılı değil.

Bugün en çok yapılan ve en yüksek başarı oranına sahip operasyonlardan biri baypas. Eskiyle kıyasladığımızda bademcik ameliyatından farkı yok. Sadece dikkat edilmesi gereken birkaç şey var: Açık mı kapalı mı?

Evet doktorumuzu bulduğumuzda ve seçtiğimizde masanın üstüne otomatik olarak “baypasınız açık mı kapalı mı olsun” sorusu geliyor. Aradaki fark çok önemli: Zira açık olanda göğüs kafesiniz yarılıyor baştan sonra ve vücudunuzda kocaman bir kesik izi oluyor. Kapalı olursa çenenizin birkaç parmak altından birkaç santimlik bir kesiyle işiniz hallolabiliyor. İkisi arasında 2022 şartlarıyla 40-75 bin liralık bir maliyet farkı var. Ama paradan mühim şeyler de var.

Elbette göğüs kafesinin kırılmaması, vücudun ön yüzünün boydan boya delinmemesi, diren üstüne direnler açılmaması, hızlı iyileşme kapalı ameliyat için mükemmel sebepler. Açık ameliyat tüm kötülükleri bünyesinde barındırıyor olsa da mükemmel bir iyi tarafa sahip: Yıllardır yapılıyor, başarıyla uygulanıyor. Doktorlar bu operasyonu ezbere biliyor artık: Hem öncesini hem sonrasını…

Ortalamanın üstü gelişmişlikte bir beden, açık ameliyatın ardından 15-30 gün içinde iyileşiyor. Kapalı ameliyatla bu süreyi yarıya indirdiğimizi varsayalım.

Gelelim baypas tarafına… Ameliyattan iki gün önce hastaneye girdim. Hastaneye gelirken tüm stresimi de yanımda götürmüştüm.

  • Özel hastaneyle devlet hastanesi arasındaki en önemli fark kaldığınız odada tek başınıza olup olmayacağınız ve hastaneye girdikten sonra insanların size nasıl baktıkları.
  • Ameliyattan önce defalarca sizi bol bol tahlillere götürüyorlar. Öncesinde vücudunuzu neredeyse santim santim ezberleyecek kadar tahlil yapıyorlar.
  • Herkeste öyle olur mu bilmiyorum. Ben durumun vahametini göğsümdeki tüm tüylerin alınması için traş makinesiyle içeri giren hasta bakıcıyı görünce anladım. Sorun bu ameliyatı geçirenlere. Herkes size buna yakın bir şey söyleyecektir
  • Ameliyata girmeden önce ameliyatınızı yapan doktorla ne kadar çok konuşsanız o kadar iyi. Ne kadar çok şey bilirseniz (iyi ya da kötü) o kadar daha az stresli oluyorsunuz.
  • Telefonunuzu ameliyata gireceğiniz günden eser bir süre önce yanınızda bulunan kişiye, refakatçinize verin. Arayan herkesle o konuşsun. Çünkü siz bir süre sonra ameliyat konusunda çok fazla konuşup sadece sizin bilmeniz gereken anlamsız detaylar vermeye başlıyorsunuz karşınızdakine.

Ameliyathane kapısına giderken, dünyanın en soğukkanlı insanı da olsanız, size vücudunuzun alabileceği kadar sakinleştirici de verseler, tüm risklerin ortadan kaldırıldığını biliyor da olsanız… Stresten geberiyorsunuz. Bunu yeryüzündeki hiçbir şey değiştiremez…

  • Ameliyathane kapısında sert bir yatakta çıplak bir şekilde yatarken hayatın ne kadar anlamsız ve o ana kadar yaptığınız her şeyin ne kadar gereksiz olduğunun farkına varıyorsunuz. İnanılmaz bir bilinç geliştire anı yaşanıyor orada…
  • Oradaki doktorların, ameliyathane görevlilerinin, hemşirelerin umursamazlığı size güven veriyor aslında: Siz kendinizi çok önemli ve yaşadığınızı müthiş bir şey olarak konumlandırırken onların bunu günlük sıradan işlerinden biri gibi görmesi ve rahatlıkları şahane bir şey.
  • Ameliyathanede size ekstra işlemler yapılıyor ve bu bayağı vakit alıyor. Benim orada en çok ürktüğüm şey ellerimi kollarımı bağlayıp sabitlemeleri oldu. “Bir anda vazgeçip kalkıp kaçacağımdan mı korkuyorsunuz” diye sordum, hemşire espriyi anlamadı gülüyormuş gibi bile yapmadı.
  • Sizi uyutma anına geldiklerinde gerçekten çok büyük bir panik yaşıyorsunuz. Yani ben o uyuşturucunun kolumdan girip omuriliğimden geçip beynime gelme aşamalarının hepsini hissettim. Nefes alamama konusunda da bir panik yaşadım. Sonrasını hatırlamıyorum. Muhtemelen o panik 3 salise filan sürdü.

Gözünüzü kapatmanız ile açmanız arasında bir saniye var. O bir saniye normal dünyada yaşayan insanlar için birkaç saat sürüyor. Siz bunun ayırdına varamıyorsunuz… Gözünüzü kapatıp açmanız gibi.

  • Eğer bir özel hastanedeyseniz güzel sesli bir hemşire size kibarca seslenerek artık uyanma vaktinizin geldiğini söylüyor. Uyandığınızda vücudunuz alabildiği kadar uyuşturucu ve ağrı kesiciyle dolu oluyor. Ve beyniniz sürekli sizi tekrar tekrar uyumaya motive ediyor.
  • Ben uyanırken ilk hissettiğim konuşamadığım oldu. Çünkü ağzımda boğazımdan içeri girmiş ve konuşmamı imkansız hale getiren bir boru vardı. Boğazınızın içinde orada olmaması gereken bir cihaz çok rahatsız edici. Ama vücudunuzu ilk hareket ettirdiğinizde bunun olmaması gereken yerlerdeki tek cihaz olmadığının farkına varıyorsunuz.
  • Diren denen bir alet var. Vücudunuzda durmaması gereken kanı ve yan unsurları vücut dışına çıkarmak için vücudunuza sokulmuş bir boru. Bende iki tane vardı ve biri iki kaburga kemiğinin arasında diğeri ciğerimdeydi.
  • Diren hayatınızı kurtarmak için en önemli cihazlardan biri. Ama hayatınızda varlığından haberdar olmadığınız ağrıları veriyor size. Kıpırdamadan yatarken sorun yok ama ilk minimum kas hareketinde biri sizi ciğerlerinizden bıçaklamış gibi hissediyorsunuz. Çünkü bıçaklanmanızla direnin sokulması aynı prensipleri taşıyor.
  • Diren, size sigara içmenin ne kadar aptalca ve yanlış bir şey olduğunu anlatıyor: Çünkü sigara yüzünden normalde farkında olmadığınız minik öksürmeler dünyanın en büyük işkencesi olarak karşınıza çıkıyor. O zaman fark ediyorsunuz ki ciğerleriniz her öksürükte bir kez değil birkaç kez hareket ediyor ve her öksürükte gerçekten müthiş bir acı sarıyor beyninizi. O zaman içtiğiniz ilk sigarayı yakan çakmağın gazını dolduran adama kadar hayatınızdaki her yanlışı tekrar hatırlayıp küfürler savuruyorsunuz.
  • Uyanma sırasında insan çok farklı duygulara kapılıyor: Önce bir zafer hissi, bir kurtuluş motivasyonu sarıyor sizi. Yendim diyorsunuz, kurtuldum diyorsunuz. O sırada boğazınızdaki bulunmaması gereken boru ya da her hareketinizde ölmek istediğiniz direnin filan önemi kalmıyor. Ancak bir sonra hemen vücudunuzu saran duygu bu zaferi sizi bekleyenlerle paylaşma isteği.
  • Ben gecenin bir yarısı beni bekleyen karıma iyi olduğumu söylemek için ağzımdaki boru ve kaldırabildiğim tek elimle epey bir yalvardım ve sonunda başarılı oldum. Onu haberdar ettikten sonra çok güzel rüyalı bir uykuya daldım.

Ameliyattan sonra “artık iyisin” hissine kapıldığınız ilk somut aşama odanıza çıkarılmak. Üstünüzde ve çevrenizdeki aletlere yolda giderken insanların size o acıma dolu bakışı çok korku verici. Kimseyle göz göze gelmeyin o süreçte.

  • Odanıza geldiğinizde artık yattığınız yerde ihtimam görme anlarınız sona eriyor. Artık sizin yapmanız gereken şeyler var ve belki de baypas sürecinin başından beri hesaplamadığınız şeyler bunlar…
  • Öncelikle üç toplu bir aleti nefesinizi içeri çekip dışarı vererek oynatmak zorundasınız. Bu hareket ciğerlerinizin hayatınızın geri kalan kısmında sahip olacağı kapasiteyi etkileyeceği için yapmak zorunda olduğunuz bir şey. Ama ciğerlerinizdeki direnle bunu yapmak o kadar çok acı veriyor ki. Bir de o alete üflediğinizde aslında ciğerlerinizden ne kaybettiğinizi çok iyi anlıyorsunuz.
  • Hemşire sizi yürütmek istiyor. Yürümeniz lazım siz de biliyorsunuz. Ama ayaklarınız tutmuyor, her adımda vücudunuzda varlığını bilmediğiniz ağrıların farkına varıyorsunuz ve en önemlisi denge mevhumunun büyük bir bölümünü kaybettiğinizi görüyor ve daha önce ben nasıl yürüyormuşum ya diye şaşırıp kalıyorsunuz.
  • Mutad zamanlarda ve sık sık birileri gelip size bir tahlil yapıyor. Çoğunlukla uykudan uyandırarak yapıyor bunu. Zaten zar zor daldığınız uykudan uyanmak çok zorlu bir süreç. Bir de o kadar sık röntgen çektiriyorsunuz ki acaba bunlar bana ekstra zarar verir mi diye düşünüyorsunuz. Ama vermiyormuş öyle dedi doktorlar.
  • İlk yediğiniz veya yemeye çalıştığınız yemekler olayın en çirkin tarafı. Hayır pardon en çirkin tarafı tuvalet aktivitesi. İlk birkaç gün vücudunuza giren bir hortumdan gideriyorsunuz tuvalet ihtiyacını. O hortumun çıkması (ki girdiği yeri düşünürken bile çok geriliyorum) sonrasında da işler tam düzelmiyor.
  • Hortum demişken… O direnlerle yaşamak gerçekten çok zor. Ne sağa dönebiliyorsunuz ne sola. Ama çıkarma anında “keşke burada kalaydı da sağıma soluma dönmeseydi” diyorsunuz. Diren vücuttan nasıl çıkıyor biliyor musunuz? Kaba kuvvetle! Sağlam bir doktor geliyor ve onu haşırt diye çekip çıkarıyor içinizden. Sonrasında rahatlıyorsunuz ama çekme aşaması çok fantastik ve “bir daha asla böyle bir anı tekrar yaşamak istemiyorum” dedirten bir şey…
  • Tüm hortumlar vücudunuzu terk ettikten sonra hastaneden çıkmak artık tamamen sizin inisiyatifinize veya hastanenin sigortadan aldığı paraya kalıyor.

Ameliyat sonrası ev hayatı bambaşka. Gerçekten de yeni bir hayata başlıyormuş hissi o hastane kapısından çıkarken başlıyor zaten…

  • Hastane kapısından çıkarken artık sigara içmeyeceksiniz, yağlı yemeyeceksiniz, düzenli ilaç kullanacaksınız ve kardiyolu yoğun sportif aktivitelere girmeyeceksiniz düşünceleri kafanızın en önemli parçası oluyor… Sanki hastanede kalsanız eski hayatınıza devam edecekmişsiniz gibi… Sanki bir şey olmamış gibi.
  • Eve gelmenin en önemli aktivitesi artık herkesle telefonla konuşup ballandıra ballandıra hikayeler anlatmak… Çok şey anlatmak istiyorsunuz. Karşınızdakiler ilk birkaç dakika sizi dinlemeyi çok istiyorlar. Ama onların esas dinlemek istediği size geçmiş olsun yanındayım deyip kapatmak. İdrar için borunun vücudunuza nereden girdiği onlar için çok önemli değil. Bunu sonradan anlıyorsunuz.
  • Yatmak gerçekten çok zor. Çünkü göğüs kafesiniz ortadan ikiye ayrılmış ve sonradan tellerle tutturulmuş durumda. Dolayısıyla sadece sırt üstü yatmaya hakkınız var. Sağa dönmek yok, sola dönmek yok. Yüzü koyun yatmayı cümle içinde bile kullanmıyoruz. Sağa sola dönmeden uyuyamayan biriyseniz benim gibi… 45 gün için kendinize bir televizyon koltuğu almanız gerekecek.
  • Başta onu yeme bunu yeme gibi bir şey yok. Ama benim gibi eğer sigarayı bıraktıysanız… Çok ciddi kilo alıyorsunuz. Ben on kilo aldım.
  • Küçük küçük yürüyüşler güzel. Aslında en güzeli yürüyüş. Başka bir spor çok saçma olur. Mühim olan kendinizi daha önce yapmadığınız bir şeye alıştırmak.

Son olarak… Sonrası hayata dikkatle bakmak gerekiyor. Çünkü siz artık başka birisiniz.

  • Damarlarınızın tıkalı olanlarını bacağınızdan alınan damarlarla değiştirince siz ayağı yukarı sıfır kilometre tıkalı damarlı biri haline dönüşüyorsunuz. Bunun kıymetini bilin.
  • Bu size sunulmuş bir lütuf. Ama eski yanlışları ölmeden tekrar tekrar yapma şansı değil. Çünkü artık aynı yanlışları bir daha yapıp tekrar baypastan geçmeyi istemezsiniz.
  • Etrafınızdaki insanlarda iki çeşit eğilim oluşuyor: Ber kesim size artık geri dönüşsüz bir yarım insan olarak bakıyor. Sizin yanınızda her zamanki konulardan konuşmuyorlar bile. Sanki siz ışık hızıyla giden bir gemiye binip gelmişsiniz de onların iki kat yaşındasınız gibi. Aynı adam kesinlike değilsiniz. Bir diğer kesim ise evin küçük oğlu Kerimcan ile konuşur gibi konuşuyor sizinle. “Eveeet artık ne yapmıyoruz? Yağlı ürünleri yemiyoruuuz. Akşaaam erken yatıyoruuuz. İlaçarımızı içmeyiii unutmuyoruuuz”…. Aklınıza diren acısı geliyor ve onu özlüyorsunuz böylesi zamanlarda…
  • Bu ameliyatı gençken, mesela 50’li yaşlarda, geçirmek çok iyi. Çünkü yeniden başlama fırsatınız var. Evet 60 hatta 70’ten sonra da yeni bir hayata başlayabilirsiniz. Ama 50’lerde gerçekten en başa yakın bir yerden baştan başlama şansınız var.
  • Bu arada çok açık denenmiş şeylere baktığımda size gerçekten işe yaradığını söyleyebilirim: dört katlı bir binanın merdivenlerinden operasyondan iki hafta önce gerçekten kan ter içinde kalıp evden içeri yığılırken ameliyattan sonra herkesten önce çıkıp terlemiyorsunuz bile. Birkaç damarın insan hayatındaki etkisinin bu kadar büyük olması çok acayip.

Baypas çok zorlu bir ameliyat. Çok önemli bir viraj. Ama üstesinden gelinemeyecek bir şey değil. 50’lerde üstesinden gelmek daha kolay. Yanınıza biri varsa da öyle. Tıkalı damarlarla her an gitme stresinden kurtulmak mükemmel bir şey. Yeniden başlamak da öyle.