Hava delinmişti sanki. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Yerler yer yer çamurluydu. İnsanlar kapkara şemsiyelerini açmışlardı yağmura ve birbirlerine karşı. Birbirlerine dirsek teması yürüyorlar, sıkça da dirsek atıyorlardı. Birbirlerinin yüzünü sadece yerdeki çamurlu su birikintilerinden yansımalarla seçebiliyorlardı. Kimsenin kimsenin suratına bakacak hali de yoktu, zamanı da… Zaten üç gündür yağıyordu yağmur, zaten sıkıntılıydı insanlar, zaten kalabalıktı caddeler yağmura rağmen.
Sonra yavaş yavaş yağmur durur gibi oldu. Gri bulutlar hala gökyüzünde naz yapıyorlardı maviyi göstermemek için ya… Yine kara şemsiyelerin sapından tutmamak için geçerli birkaç sebebi vardı insanların.’, ‘Geniş yollara açılan ince sokaklardan birinin penceresinde bir çocuk belirdi. Gençten bir çocuktu bu. Yaşını başını almış gitmiş insanların dünyasında gençten bir çocuk. Önce pencereyi açtı. Yağmurun durduğuna inanamıyormuş gibi ellerini açtı sonra gökyüzüne doğru. O çirkin apartmanlardan birinin en üst katındaydı. Ve anlık bir hareketle oturdukları binanın camından aşağı ayaklarını sallandırıp oturmaya başladı. Amacı bir yağmur ertesinde, yoldan geçen insanları seyretmekti. Gökyüzü de önemliydi tabii. Gökyüzünde şekil değiştiren bulutların hali onu çok eğlendirmişti her zaman. Zaten yolda yürürken o çirkin ve büyük apartmanlardan bunu görmek mümkün olmuyordu ki.
Oturmuş bu nispi olarak güzel manzarayı seyrederken aşağıdan bir ses duyuldu: “Atlayacak!..” Yoldan geçen orta yaşın üstünde bir kadının çığlığıydı bu. Ne oluyor diye gözünü bulutlardan çeken genç hiç de alışık olmadığı bir biçimde pencereden aşağı baktı. Kadının biri parmağını ona doğru uzatmış, etrafındakilere o şeyi görenin ilk kendisi olduğunu gösterircesine bağırıyordu: “Atlayacak diyorum, intihar edecek!”
Tam “yok canım niye atlayayım… Bulutlar hala çok güzel” diyecek oldu ki bir kişi daha geldi kadının yanına. Sonra bir kişi daha… Sonra bütün bir mahalle. Sonra bütün bir şehir. Önce atlayacak diyen insanlar onun bütün bu tepkilere karşı kayıtsız kaldığını görünce “atla atla” diye bağırmaya başladılar. Allahım koyun sürüsü gibi birinin söylediğini ötekiler hemen tekrarlıyorlardı. İnanılmazdı şu insanlar. Hayatlarında sevgi ve mutluluk gibi renkli kavramlar olmadığı için ölüm gibi siyah beyaz varyetelerle kendilerini avutuyorlardı. Korkunçtular korkunç…
“ATLA ATLA ATLA ATLA”
O bunu bir daha umursamadı. Sonuçta güneş hakikaten güzel batıyordu. Tam o sırada aşağıdan daha tiz bir çığlık böldü bu keyifli ortamın büyüsünü: “Ellerinle dokunma o cama diyorum sana. Tüm camları leke içinde bıraktın!” Annesiydi bu. O kadar insanın arasından hayatına yine böylesine anlamsız bir düzeltme yapıvermişti. Ama elini çekmeden de yapamadı. Ne de olsa o anneydi ve her şeyi ondan iyi bilirdi.
“Ne yapıyorsun salak oğlum. İn oradan aşağı. Eğer intihar edersen kemiklerini kırarım senin.” Salak oğlum diyen babasından başkası olamazdı tabii. Salaktı çünkü geceleri odasında oturur gözünü tavana diker hiçbir şey yapmadan düşünürdü. Düşünmek salaklıktı. İnsanların arasına karışmamak salaklıktı. Tamam insanlar zaman zaman salak salak konuşabilirlerdi ama onların bu konuşmalarına katılmamak salaklıktı. “Tamam atlamam…” diyecek oldu ama bu kelimeler ağızından dökülemedi. Dudakmlarıaçılıp kapanıp ağızından dökülmesi gereken kelimeleri ifade edemedi. Neden? Çünkü babalara cevap verilmezdi. Her şeyden önce ayıptı bu. Korkunçtu korkunç…
Aşağıda bağırıp duran insanların arasında gelen bir ses tüylerini diken diken etmeye yetti: “Eğer oradan aşağı düşersen ağırlığının karesinin G sayısıyla çarpımı kadar bir ivme kazanır vücudun ve yere dağıldığında senden fırlayan parçalar vücut direncinin on katına tekabül eden metrekare boyunca sağa sola yayılır.” Ayhhh. Bayıntı getirmişti. Tahmin edebileceğiniz üzere onun öğretmeniydi bu da. Nereden çıkmıştı ya? Hadi bir yerden çıkmış neden bu anlamsız bilgileri sokuyordu şimdi kafasına? Bir şiirin alanını hesaplayabilir miydi? Mutluluğun kaldırma kuvveti kaçtı? Hiç bunları düşünmüş müydü acaba?
Ve sonra eski kızarkadaşı göründü aşağıdan. Hangi sözü söyledi de dikkatini celbetmeyi başardı demeyin… Kız arkadaşı, daha doğrusu eski kız arkadaşı sessizliğiyle dikkatini çekmişti onun. Yine konuşmuyordu, yine susuyordu. Yine sevdiğini söylemiyordu. Sevmediğini de söylemiyordu ama konuşmadan öyle anlamsız anlamsız bakıyordu işte. Bu kızlar korkunçtu korkunç…
“Tam tümünüz böylesiniz” diye bağıracaktı ki aşağıdan birinin el salladığını gördü. Hani neredeyse atlamaya karar verdiği o anda sallanan el ona ilginç gelmişti. “Atlamayacağım boşuna el sallama” diye bağırdı el sallayan kıza. “Hayır atlayacak mısın diye sormuyorum, sadece bizim ev birinci katta. Şimdiye kadar bulutları hiç görmedim. Acaba biraz tarif edebilir misin diyecektim” dedi kız. Şirindi. Elinde şemsiyesi yoktu. “Eğer evde bir şemsiyesi varsa kesin yeşildir” diye düşündü o. “Şimdi bunlar yağmur yağdığında grileşiyorlar. Ama yağmur olmadığı günler bembeyazlar. Hatta bir tanesi gül yaprakları gibiydi bir keresinde…” diye bağırdı genç aşağı doğru. Ama insanlar ikisinin konuşmasından hiç hazzetmemişlerdi. Daha yüksek sesle bağırıp çağırmaya ve ikisinin sesini birbirine duyurmamaya çalıştılar. Kız da yukarı doğru bir şeyler söylüyordu ama anlamak mümkün değildi ki işte… “Yukarı gelsene buradan beraber bakalım” dedi genç. Aşağıdakiler “AYIP AYIP AYIP AYIP” diye bağırmaya başladılar. “Tamam geliyorum” dedi kız “ama bulutları bana iyice bir anlatacaksın…”
Bir dakika içinde yanına geldi kız. Erkek kızın gelmesiyle beraber biraz kenara çekilip ona yer açtı. Kız hiç korkmadan ayaklarını aşağı sallandırdı oturdu. Aşşağıdakilerin sesi iyice duyulmaz oldu bir anda. Çünkü hava kararıyordu ve herkes karanlıktan kaçmak için evlerine doğru kaçıştı. Bir an önce karanlıktan perdeleri sayesinde gizlenecekler ve evlerinin ışıklarını sonuna kadar açacaklardı.
Kız “şuradaki bulut nedir” diye sordu. Erkek başını o tarafa çevirince yüzünde bir gülümseme belirdi. O bir bulut değil. O bir gökkuşağı.” Evet yağmurdan sonra çıkan gökkuşağı yağmurun bir süre için artık yağmaktan vazgeçtiğinin göstergesiydi. “Aynı benim şemsiyemdeki renkler gibi renkleri var” dedi kız. Erkek bunu tahmin etmiştim demeyip sadece bıyık altından gülmekle yetindi. “Kuru kalabalıkta beni nasıl buldun” diye sordu erkek. “Bir yere doğru gidiyordum amaçsızca ve şans eseri rastladım sana işte” dedi kız. Hayat uzun onlar kısaydı.
Geri sayım devam ediyordu.
Göze mi geldim, sen mi unuttun, gelmiyorsun âh
Öyle karanlık gece ki ruhum, olmuyor sabah
Yüksel ufuktan sineni göster bir gün göreyim
Öyle karanlık gece ki ruhum, olmuyor sabah