//

Bir sandık görevlisinin evrak-ı metrukesi

Seçimin içinin nasıl olduğunu size içinde bulunan bir insan olarak anlatayım istedim. O öyleydi bunu böyle yapmışlar diyenler için önemli bir kaynak olur belki. Çok ciddi bilgi sahibi olduğunu düşünenlerin dahi buradan alabileceği bir şey vardır belki…

Birkaç senedir sandıklar konusunda ciddi sorunların olduğu, sandıklarda yapılan şeylerin demokrasiye ne kadar direkt müdahale olduğunu söyleyen çok insan oldu. O yüzden de birçok seçimde sandığa gidip oraya sahip çıkma üzerine adımlar attım. Sonuçta düşünecek olursanız son 4 yılda 7 seçim yapıldı.

Geçen seçimlerde yaşadıklarımı bir kenara bırakarak direkt bu seçimlerde yaşadıklarımı başından itibaren onlatayım ki taze bilgi olsun.

Sandığına sahip çıkmayan adam değildir, sandıkta çalışanlar çok büyük adamdır tarzı yaklaşımlar benim de canımı sıktığı ama yine de her sene olduğu gibi sandığa başvurdum CHP üstünden. Niye CHP üstünden? Seçmeniyim, göreli olarak fikir ayrılıklarım daha az diye.

CHP’ye ulaşma uğraşlarım bu sene daha bir sonuçsuz kaldı. Tam umudumu kaybederken parti içine direkt müdahil olabilen bir arkadaşımın araya koyduğu “torpille” CHP’den haber geldi. Sizi arayacağız dediler. Nerede oturuyorsunuz diye sordular, söyledim. “Size yakın bir sandık bulacağız” dediler “hayır nerede zorlanıyorsanız oraya gönderin beni” dedim. Sevinerek teşekkür ettiler. Bekle Allah bekle ses soluk çıkmadı. Herhalde unuttular dedim. Ardından tanımadığım bur telefon numarasından eğitime çağrıldım.

Kalabalık bir salonda tüm bilgi güvenliği kurallarını hiçe sayıp adımızı telefonumuzu ve TC kimlik numaramızı beyaz bir kağıdın üstüne çirkin el yazımızla yukarıdan aşağı yazıp bu kağıtta bur üsttekinin tüm gizli bilgilerini görebilirken omuz silktim ve eğitime girdim. Muhtemelen eğitimcinin eğitimini almamış bir abla bir sunum yaptı. Şirkette birisi böyle bir eğitim verse kesin söylenirsiniz. Ama orası dayanışma ortamı ve eldekiyle yetinmek zorundayız. Peki. Eğitimde yapılan sunumu istedik veremeyiz dediler. Doküman istedik belki bir ara veririz dediler. Tabi ki vermediler.

Bundan sonra ne yapacağız diye sordum çıkarken. Biz sizi arayacağız dediler. Peki kim arayacaktı beni? O daha belli değildi ve bakacaklardı. Peki dedim.

Aradan iki ya da üç haftaya yakın bir zaman geçti. Seçimler pazar günü yapılacaktı ve ben artık iyice umudumu kesmiş konuyu unutmuştum. Sanırım son haftanın çarşamba gününde bir mesa geldi. Bir Whatsapp grubuna sokuldum. Üstünde Bağdat Caddesi’nde bir okulun adı yazıyordu. Grubun kurucusuna hayırdır dedim, benim çalışacağım okulun grubuymuş. Bu arada grupta hayata ve başımızdan geçenlere dair olur olmaz paylaşımların olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Cuma günü bir araya gelip konuşacaktık. Öyle de yaptık.

Mahalle arasında bir binanın ikinci katındaki toplantıya gittim. İnsanlar heyecanlı heyecanlı bir şeylerden bahsediyorlardı. Şu şöyle olacakmış bu şuraya gelecekmiş… Meğer bizim grup değilmiş. Sonra bizim grubun insanları geldi. Gördüm ki onlar da heyecanla bir şeyler anlatıyorlar. Anlattıkları nelerdi? Pusulalarla ilgili hikayeler. Damga öyle olmuyormuş… Gelen pusulalarda bilmem neresinde damga oluyormuş geçersiz kalıyormuş… Damgasız olursa hepimiz ölecekmişiz. Damgalı olursa sandıktan Trump çıkacakmış. O kadar çok şey konuşuldu ki en sonunda okulun sorumlusu olan abi itiraz edip isterseniz ciddi şeylerden bahsedelim demek zorunda kaldı. Sonuçta biz bir okulun içinde sandık görevlisiydik. Kendi sandığımızı kurtardığımızda işimizi yapmış olacaktık. Herkes kendi sandığını kurtardığında seçimler kurtulmuş olacaktı. Ama hayır… Biz hep ya mühür şurada olursa burası ne olur diye tartıştık, Güneydoğu’da taşınan sandıkları konuştuk.

İş icabı sandığa sahip çıkan sivil toplum kuruluşlarıyla yakın ilişkideydim. Her birini hem benim hem birlikte çalıştığım diğer programlara çıkarmak için elimden geleni yaptım. Uzun uzun konuştuk konuşturttuk. Onların da istediği çok basitti aslında: Sandık başında durun, sonuçların resmini çekin gönderin sonra da orada başkalarının gönderdiğini resimden yazıya çevirin. Ama bunlar yaygın basında hiç duyulmadı. Çünkü herkes damga konusunda derin bilgi birikimini konuşturmakla meşguldü.

Seçim gününe kadar Whatsapp grubunda komplo teorileri bitmedi. Kimseyle kötü olmamak için normalde vereceğim tepkilerin hiçbirini göstermedim. Göstermem gerekirdi ama göstermedim.

Pazar sabahın köründe çalışacağımız okulda buluştuk. Herkes heyecanlıydı. Benim çantam gün boyu bana yetecek kadar yiyecek içecekle doluydu. İnsanlar da bunu yapmış, üstüne bir de oradakilere sıcak simit ve poğaça getirmişti. Ortam inanılmazdı.

Ben yedek sandık görevlisiydim. Eğer bizim sandık görevlisi gelmezse iş yapacaktım. Ama gelmişti benim sandığın görevlisi. Ben müşahit olacaktım. Yani kenarda oturup izleyip fikir verecektim. İçeri önce sandık başkanlarını aldılar. Sonra sandık görevlilerini. Kapıda kimi ne zaman nasıl alacağını bilemeyen daha sabahın köründen yorgun bir polis vardı. Diğerlerini içeri alamayacağını söylüyordu. Almak lazım dedim ama çok da ısrarcı olmadım. Sonrasında bizim okula atanmış gönüllü avukata sordum. Olur mu ya dedi ve polisle konuşunca hepimiz içeri girdik.

Ben sandıktan içeri girince sandık başkanı hayırdır dedi. Dediğim yedeğim. Ooo gel sen hemen dedi ve oracıkta kutsal değerlerim üstüne yemin ettirdi bana. Artık sandık görevlisiydim. Bir anda ciddi bir iş yükü gelmişti üstüme. Hemen yapmamız gerekenleri yapıp deli gibi teker teker 360 tane zarf sayıp desteledik. Sonra cumhurbaşkanlığı pusulalarını… Sonra milletvekili kağıtlarını. Sonra bunların zaptını tuttuk. Sonra bunların damgalanması gerekiyor dedi başkan. Evet biliyordum damgasız pusulalar konusunda bu kadar konuşulmuştu.

O boktan damga ve sulu mürekkeple 360 X 3 kağıt parçalarını damgalamak ne kadar zor biliyor musunuz? Arkasına geçirmeden, dağıtmadan… Bir de “aaa yanlış yaptık” diyemiyorsunuz bütün kağıtların sayısı zabıtla sabitlenmiş. Stres ki ne stres. Başkan devlet memuru ve muhtemelen benim oy vereceğim partiye oy vermeyecek bir insan. Şahane bir adam acayip uyumlu. Dedi ki önden 20 set yapalım. Tam niye diyecek oldum bir de baktım ki insanlar kapıda daha sekiz olmadan sıra olmuş bile.

Benim görevim kapıdan giren insanların kimliklerini ve seçmen kağıtlarını almaktı. Yapılan iş uzay mühendisi olmayı gerektirmiyor. Yanınızda kayıt defteri başındaki insana sıra numarasını söyleyeceksiniz ki oradan ismi bulsun. Bu arada kimliği kontrol edip kağıttaki isimle uyumlu olup olmadığına bakacaksınız. Kayıt defterindeki kişi orada ismi bulduğunu söyleyince olay tamam. Mühürü vereceksiniz, kocaman milletvekili pusulasını ve upuzun cumhurbaşkanlığı kağıdını. Bir de zarfı tabi ki. Bu üç kağıdı üst üste vermek çok zor. Hele bir de üstüne mühürü verince iki elle bile taşınmaz oluyor.

İçeri girerken çanta sokmak yasak. Neden? Çünkü içinde bir kayıt cihazı olabilir. Zaten telefonların hepsi kayıt yapıyor. O yüzden herkesten kibarca elindeki çantayı bir kenara koymalarını rica ediyoruz. Çoğunluk çok olumlu karşılıyor. Bzıları anlamsızca “yok hayır benimki yanımda duracak” diyor bize karakter atarak. Niye lan? Havan kime? Ne oluyor bizimle tersleşince? O çantanı alıp karıştıracak mıyız? Sana gıcığımız var diye pislik olsun diye mi istiyoruz senden bunu? Herif yazmış kanuna. Hayır ben kırmızıda geçerim diyor musun? Ne ki bu yaptığın? Sırf hava yahu.

Ve gelen insanların sorgulaması… O kadar çok korkutmuşlar ki herkesi, gelenler mühürü CSI Istanbul edasıyla inceliyor. Orasından bakıyor burasından bakıyor sanki bir şey anlayacakmış gibi. Boktan bir mühürün boktan mürekkep havuzuna girip çıkmasından sonra kağıda sürtünmesi. Diyorlar ki neden sağ alt köşede? Çünkü öyle karar verdik biz. Her istediğimize karar verebiliyor muyuz diye atarlanıyorlar bize. Evet aynen öyle. Peki zarfta niye üç mühür var? E çünkü öyle olmalı. Emin miyiz? Allahım sana geliyorum. Bu mürekkep bir süre sonra uçmaz değil mi? Abi niye uçsun? Yok emin miyiz uçmayacağına? Valla hiç uçan mürekkep görmedim. Yani o saate kadar da uçmadı. Devlet malzeme ofisi logolu mürekkep uçarsa ne olur bilmiyorum. Uçması için nasıl bir kimyasal reaksiyon gerekiyor onu da bilmiyorum. Ya bas gitsin anasını satayım da diyemiyorsunuz. Tabi sormak sizin hakkınız filan gibi beylik laflarla yüreklerine su serpiyorsunuz.

Gelenler CHP görevlisi sen misin diye soruyorlar herkese. Hepimiz aşağı yukarı aynı semtte oturan insanlarız. Muhtemelen aynı bakkaldan alışveriş yapıyor aynı petshoptan aynı cins kedilere kum alıyoruz. Sen baktığında bütün oradaki insanlara, aralarındaki CHPliyi İyi Partiliden, AKPliyi HDPliden ayırt edemiyorsun ve sormak zorunda kalıyorsun. O kadar aynıyız ki özünde en azından o mahallede. Peki CHP görevlisini neden arıyor ablam? Çünkü ona Güneydoğu’da sandıklarda bir sorun olup olmadığını soracakmış. Çünkü biz sandıkçıların kendi aramızda kurduğumuz gizli ritüelleri olan masonik bir yapımız var. Birbirimizden haber alıyoruz. Ya bırak Güneydoğu’yu ben oğlumdan haber alamamışım iki gündür.

Kimisi beni iktidar mensubu veya tüm kötü olayların müsebbibi zannediyor ve bana sert sert davranıyor. Bütün gün onun gelip espriler yapmasını beklediğimizi sanan çok neşeli insanlar da var. Bir şakalar bir neşeler. Güzel şeyler bunlar.

Bir teyze geldi. Genç bir kızın koluna girmiş. Kızda yanlış bir şey olduğu belli. O yanlışlık tanıdık geldi bana. “MS hastası” dedi annesi olduğunu sonradan söyleyen kolundaki kadın. “Ben onunla beraber sandığa girmeliyim…” Özel durumlarda sandığa girmeleri elbette mümkün. Yaşlılık, görme engeli. MS yok bunların arasında. Olmalı. Ama kanun her maddeyi teker teker yazamaz ki. Sandıktaki görevliler tedirgin biçimde birbirine bakıyorlar. Kızın gözleri doluyor o huzursuz sessizliğin yaşandığı iki saniye boyunca. Elinden geldiğince düzgün konuşmaya çalışarak “ellerim titriyor” diyor. Doğru yere basamamaktan korkuyor. Herkes tabi ki girebililirsin diyor. Bu işin partisi ideolojisi filan yok. Kız müteşekkir şekilde bakarken yine gözleri doluyor. Annem bana yardım etmek zorunda diyor sanki biz hala ikna olmamışız gibi. Orada onun o hastalığa rağmen verdiği çaba, söyleyip sandığına gelmeyen sandık görevlilerinin durumuyla karşılaştırıldığında yoğun bir küfür etme isteği uyandırıyor bende.

Bir ara bir adam geliyor. Annemi getirmek istiyorum buraya diyor. Biz birinci kattayız. Annesi tekerlekli sandalyede. Aynı zamanda koah hastasıymış. Merdivenlerden çıkmasına yardım etmeyi öneriyoruz. Annem 120 kilo diyor. Biz delikanlı gibi “yardım ederiz” diyoruz. Bize güvenmiyor. Haklı olabilir. Peki seyyar sandığa neden başvurmadığını soruyorum. O ne diyor. Gerçekten de hasta ve yatalaklar için sonradan 17 bin kişiye hizmet verdiğini okuduğum bu hizmeti hiç duymamış. Nasıl olur bu? Sosyal medyada buharlaşan mühürler, arkasına geçiren ve oyu geçersiz hale getiren kağıtlar, sahte filigranlı pusulaları filan herkes okumuş. Ama seyyar sandık hizmetini orada hala duymamış yatalak hasta sahibi insanlar var. Çok garibiz.

Akşam oyların sayımına geçiyoruz. İnsanlar dibimize kadar gelmesin diye kapıdan içeri girmelerini engelleyecek bir tribün yaptım. Sandalyeler koydum. Diğer sınıflarda insanlar uzaktan ayakta dinlerken bizi görmek isteyenler oturup lüks içinde takılabilecekler. Sınıfın kapısından içeri girmek isteyenler biraz tedirgin biçimde izleyebilir miyiz diyorlar. Tabi ki izleyebilirsiniz. Çünkü kanun ne diyor? Gizli oy verme, açık tasnif. Açık tasnif ne demek? Sayarken herkes bakacak demek. Fakat o anda okul müdürü, bina sorumlusu giriyor içeri. Sadece müşahitler izleyebilecek diyor. Niye ki? Öyle… Herkes girerse içeride durmak mümkün olmayabilir. Yahu binada 20 tane salon var neredeyse. Her birini içinde durulmaz hale getirmek için bir ordu lazım. Dursunlar işte içerde… Önce yok filan derken sonra ikna oluyor insanların içerde kalmasına.

Herşey sayılı olarak çıkıyor sandıktan. Herşey tekrar sayılıyor. Zarfları şapır şupur yalamış ve içindeki oyu kimse çıkaramasın diye hayvan gibi yapıştırmışlar. Zarfı açarken oyu yırtacağız diye acayip stres oluyoruz. Bir de zarfları çok yırtmamak gerekiyor çünkü onları tekrar yırtık hallerini de çuvala doldurmak gerekiyor. Yine sayarak… Sanki biri kontrol edecekmiş gibi.

Oylar cumhur ve milletvekili olarak ikiye ayrılıyor. Karşınıza dizilen insanlara doğru oy pusulasını kaldırıp parti adı veya cumhur adı söylüyorsunuz. Bizimkiler de dahil herkesin önünde bir çetele var. İsimler zikredildikçe gerekli yere birer çentik atıyorlar. Her 10-20 isimde bir durup vatandaş ve müşahitler de dahil oyların tutup tutmadığını kontrol ediyoruz. Seçimin en önemli, en stresli ve en zorlu tarafı bu.

Sayım bitince bunu tutanaklara yazıyoruz. Fakat o parti, bu parti, kapıya asılması, merkeze gönderilmesi, bağımsızlar derken 9 ayrı tutanak yazıp hepsinin altını imzalamamız gerekiyor. Saçma sapan bir el işi. Bu arada bütün partiler kafamızı ütülüyor haydi ver çabuk ver diye. Biz orda ikinci kadehi koyup türkü söylüyoruz sanki. Bir insan bu kadar hızlı yazabiliyor işte kardeşim. Bu arada iki farklı seçim olmasını düşünmemiş kimse. Bu yüzden her şeyi tekrar tekrar yapmaktan gına geliyor.

Herkes gelip sen çuvalları sakın bırakma onunla beraber YSK ofisine git diyor. Polis arabasına konan çuvallarla beraber giderken hayatımızda ne değişebilir kuzum? Sonuçta yazılı ve imzalı tutanaklar var. O tutanaklar esas. Eğer tutanaklar değiştirilirse, YSK bunlardan başka rakamlar girerse bunların sağlamasını İyi Partiden HDP’ye AKP’den CHP’ye kadar herkes yapabilir. Oy verdiğimiz sınıfın kapısına da asılı bir kopyası. Ayrıca Oy ve Ötesi’ne de resmini göndermişiz. E daha ne olsun?

Bütün gün evinde bezip 20 dakika oy vermek için çıkmış, hayatını sosyal geyikle devam ettiren adamlar yazıp çiziyorlar. Mürekkepler buharlaşmış, sandık görevlileri oyları takip etmeyip sandığı bırakmış, tutanaklar değiştirilmiş, kimse işini yapmamış diye. Küfür mü etsem ne yapsam bilemiyorum. Eve gidip yatıp uyuyorum.

Sonuçta bu sistemle hile yapmak mümkün mü? Bence çok değil. Yapmak isteyen yapar ve kimsenin ruhu duymayabilir mi? Bence birkaç partinin bilgisi olmadan pislik yapmak çok zor. İçinde hiçbir partinin olmadığı sandıkla hile yapılabilir. E partiler de eşek olmayacak birer adam bulacaklar o sandıklara kardeşim. Sonra ağlaşmayacaklar. Keza vatandaşlar da o sandıklara gitmeyip arkasından ağlamayacaklar. Hepsi etki tepki sorunsalı.

Bir de üç günlüğüne sandık profesörü olup ondan sonra tek bir politik yazı haber okumayıp kendini Survivor’a veren tiplerden nefret ediyorum. Politika hobi olarak beş yılda üç gün yaymanız gereken bir şey değil.

Kusura bakmayın.