Pamuk Prenses’in pamuk prensi

prensesHer şey bir masal gibiydi. Aslında masaldı ya neyse. Külkedisi prensin atının eğerine dikkatlice oturtulmuştu. Prensin korumaları etrafa “oğlum biz kimiz biliyo musunuz” şeklinde poz atıyorlar ve yan gözle Külkedisi’nin yırtık pırtık eteğinden içeri bakıyorlardı. Eğer prens görürse “Prensim şey! Biz aslında hanımın camdan ayakkabısı düşer müşer, kırılır diye ona bakıyorduk” diyeceklerdi.

Külkedisi arkada kalan üvey mi ne idüğü belirsiz annesine ve son yirmi üç güzellik yarışmasında şampuan güzeli bile seçilemeyen kardeşlerine bir göz attı. Eliyle “geçirdik mi” gibi bir hareket yapmak geldi içinden. Acıdığından, bir de prense dakika bir gol bir gibi bir pozisyonda yakalanıp “ne itmiş bu ya yoksa almasa mıydım bu kadını” dedirtmemek için kendini tuttu.

İçinde bulundukları rdurum aslında hakikaten çok komikti. Yanlarında bir sürü adam borazan çalıyor, halk kıçının açıkta olmasına aldırmadan prense el sallayıp çiçek atıyordu. Git babam git! “Prenste de ne sabır varmış kardeşim” diye geçirdi içinden. O böyle paşalar gibi atın eğerine yayıldığı halde sıkıntıdan ölmüştü, prens bu yolu bir de milletin ayağına ayakkabı deneye deneye yürüyüp gelmişti. “Adımın Külkedisi değil de Helga olduğunu öğrense benden soğur mu acaba” gibi bir düşünce geçti aklından… Yok artık ya daha nelerdi.

Prens mutluluktan uçuyordu. Öyle ya milletin mantarlı ayağını elleye elleye yaptığı bu maratonun sonunda baloda görüp dumura uğradığı o kızı bulmuştu. Kız o kızdı tamam ya! Aslında şöyle anlı şanlı bir prenses bekliyordu prens. “Aman canım babama Katalanya kralının kayıp kızı der geçerim. Oranın neresi olduğunu araştıracak hali yok ya” gibi bir düşünce geçti aklından. Ne kadar kıvrak zekalı olduğunu düşündü bir süre. Sonra yanında yürüyen, yaveri geldi aklına. Bu pis dedikoducu lavuk kesin söylerdi kızı ormanda bir kulübede bulduklarını. En iyisi doğruyu söylemekti. Kral babası biraz kıllanacaktı ama ne yapalım. “Memlekette karı mı yok koskoca hareme sahipsin be oğlum. Bula bula bunu mu buldun” diyecekti. Aman canım bu devirde evlenmek kolay mı? Hem Allah evlenenlere yardım ederdi bir şekilde. “Ufff! Ne diyorum ben yaaa” diye söylendi. Külkedisi’nin söylediklerini duyup kıllanacağından korkarak “ufff havalar da amma bunalttı” gibi bir durum kurtarmasına gitti hemen. Hem baksana Külkedisi evlenmek için ideal kadın. Kaynana dırdırı yok, anne baba zırıltısı ziyareti yok. Çöpsüz üzüm.

Külkedisi dalmış gitmişti. Aklına çeyizinde şarap açacağının bile olmadığı geldi. Gerçi koskoca saraya gelin gidiyordu ama olsun. Onun da bir kadınlık gururu vardı. Şimdi o “geçirdik” işaretini yapmaktan son anda vazgeçtiği üveylerden de çeyiz filan bekleyemezdi ya. Aaaa! Periden isterdi be. Balkabağını araba yapan kadın ona her gelinlik kızın rüyası bir dikiş makinası yaratıverirdi. Ne yapmıştı en son periyi kandırmak için? Hayvanları sevmişti, doğayı koruyor gibi görünmüştü. Bir iki kere yüksek sesle “biz bu dünyayı babalarımızdan miras bulmadık, onu torunlarımızdan ödünç aldık” demişti. Peri de bir güzel yalayıp yutmuştu bu yemi. Oh şimdi sarayda bir “sevgi ormanı, herkesi fidan dikmeye çağırıyoruz” kampanyası filan başlatsa ülkenin bütçe açığını kapatacak kadar çeyiz getirirdi peri ona. Bu fikiri unutmamalıydı.

Prens “artık mola verme zamanı geldi” dedi ve atını dizginine asıldı. Ancak adamlarından biri “sakın prensim” diye atıldı. Haydi bakalım. Prens ne zamandır böyle karizmatik bir biçimde atını durdurmak için fırsat kollarken bu yaveri karizmayı maymuna çevirmişti. Hiç değilse biraz poz atabilmek için “benim sözlerime karşı mı geliyorsun bre yaver… Kafan vücuduna ağır gelmeye başladı galiba” dedi. Yaver bilgiç bir edayla sözüne devam etti: “Prensim buradaki otların rengine bir bakın Bunlar ısırgan otu. Malum siz her konak verdiğimiz yerde çalılıkların arkasına afedersiniz kakanızı yaparsınız. Maazallah yine popom popom diye ortalığa düşersiniz.”

Amanın de aman. Ulan prens bu lafların hangi birinden kurtulacaktı şimdi? Her mola yerinde kıçını tutamayan bir prens olmuştu bu bir. Kıçını ısırgan otuna silecek kadar embesil biri olmuştu bu iki. Bir de kıçı ortada koşturma hikayesi! Acaba Külkedisi bunları duymamış olabilir miydi? Gerçi o sırada başka tarafara bakıyordu ama dudaklarının alt kısımlarının gülmemek için ısırıldığını görmemek için sebze türlerinden birkaçı kadar bir zekaya sahip olmak gerekiyordu. Şimdi adamın boynunu vurdursaaa! O zaman yaverin söylediklerinin doğru olduğu ortaya çıkacak. Evet haklısın deseee! Bir türlü. Külkedisi’nin başka tarafa baktığı bir anı kollayan prens “yaverine dönerek sen bittin oğlum” işareti yaptı.

Yaverin Allahı şaşmıştı. Nasıl söylemişti yarabbim o kadar lafı bir anda. Ağzından kaçıvermişti işte. Belki içinden geçenler ve Külkedisi’ne karşı beslediği derin duygular yüzünden iç benliği bunları! Bu ne ya o zamanlar psikanaliz yoktu ki. Bu olayı icat edecek adamı doğurtacak babanın alacağı vitaminin geldiği türdeki portakallar bile Akdeniz kıyılarından ithal edilmemişti daha. Hatta ithal etmek icat edilmemişti daha! Hatta Akdeniz’in Akdeniz olduğu bilinmiyordu. Zamanında yaptığı yalakalıklar sayesinde sarayın manavlığından prensin yaverliğine ve kalem müdürlüğüne kadar gelen birinin hazin sonu yine yağcılık yüzünden olmuştu işte. “Ulan nasıl olsa bu adam beni sağ komaz dur şu Külkedisi’ne bir yumulayım. Hiç değilse tarihe geçerim adıma masallar yazılır” fikiri geçti yaverin aklından.

O anda bir mucize oldu ve atın diğer yanında yürüyen prensin yardımcısının yardımcısının sesi bir tokat gibi düştü kalabalığın ortasına: “Prensim bu sizin soytarınızın yalanları da çok oluyor. Biz de biliyoruz soytarıların öldürülmeyeceğini ama dünyalar güzeli prensesimizin yanında böyle konuşulması hiç de hoş değil.” Prens önce bir iki kekeledi… Sonra “Aaa evet soytarı sen de çok oluyorsun” gibi ipe sapa gelmez bir laf etti. Ulan bu ne iyi fikirdi yaa!.. Bu nasıl bir kıvrak zeka kardeşim pes doğrusu. Bir anda giden karizma geri gelmeye başlamıştı. Öyle ya soytarı bu abidik gubidik konuşuyor işte. Hayır Külkedisi’nin erkekliğinden şüphe etmeyeceğini bilse hemen oracıkta sarılıp öpecekti bu çocuğu. Ne laf etmişti kardeşim adam öyle!..

Bu hayranlık kısa sürdü. Hemen toparlandı prens: “Soytarı seni şimdilik bağışlıyorum. Git şu çamurların içinde birkaç takla at da bizi eğlendir!” Eski yaver yeni soytarı kös kös abidik gubidik yapmaya başladı. Bir yandan kelleyi kurtardığına seviniyor, diğer yandan da Külkedisi’ne maymun olduğu için içi içini yiyordu. “Nasıl olsa soytarıyım, nasıl olsa bizim kelleyi vurmazlar dur gidip şu Külkedisi’ne bir yumulayım da şakaya vereyim” fikri geçti aklından. Sonra tırstı. Boşver ya hayat güzel. Bu arada bu yardımcısının da yaptığı gözünden kaçmamıştı. Ne fırsatçı fesat adammış be. Demek gününü bekliyormuş bir köşede. Şerefsiz itoğlu it!

Herkes attan indi. Çadırlar kuruldu. Prens “bir şeyler avlayıp da geleyim, akşama ziyafet yaparız” dediği için herkes aç kaldı. Ama sesini çıkaran olmadı. Külkedisi camdan ayakkabısının buğu yaptığını görüp telaşa kapıldı. Acaba camdan ayakkabı koku yapar mıydı? Amaaan! Yaparsa yapsın. Onu seven böyle de sever. Hem prens değil miydi memleketin altını üstüne getiren onu bulmak için. Kendi düşen ağlamazdı. Yalnız şimdi bir sorun çıkıyordu ortaya: Bu prens daha söz bile kesmeden onunla aynı çadırda mı kalacaktı? Bütün ülkeyi elinde bir camdan ayakkabıyla gezdiğine göre iyice azmıştı adam. Allahın kavli devreye girmeden! Ama yok ya adam soylu böyle olaylara girmezdi. Hem baksana daha kıçını tutamayan bir prens. “Dur şu soytarı rolü yapan manyağa sokulayım ki iyice bir kıskansın” diye düşündü. Ama bu adamın da üstü başı çamur içinde kalmıştı. Üfff neyse yaa nasıl olsa sarayda kıskandıracak birileri bulunurdu.

Bir anda kıçına yakın bir yerlerde bir çimdik hissetti Külkedisi. Tam “senin ananı avradını” diyecek oldu ki prensin gülen gözleriyle karşılaştı ve yalandan bir “ayyy” deyiverdi. Prens “özür dilerim hayatım hayatım bunun bir rüya olup olmadığını öğrenmek için yaptım bunu. Gel istersen sen de burayı çimdikle” dedi. Külkedisi prensin orasını çimdiklemezdi. En azından bunu şimdi yapmazdı. Şöyle bir “hasbinallah” çekti Külkedisi ve yeniden sevecen tavırlarını takındı. “Gökyüzüne bakınız prensim. Ne çok yıldız var değil mi?” diye sordu. Prens kös kös “evet bissürü” diye cevap verirken “ulan bari erkeklik bende kalsın çadırları ayıralım. Bu gece bir iş çıkacağı yok” diye düşündü.

Gökyüzünde gerçekten de bir alay yıldız vardı. Bunlardan biri kayarken prensin eski yardımcısının yardımcısı, yeni yaver hayatının sonuna kadar hep genç kalmayı diledi. Prensin ordusu hakikaten çok acayip adamlardan oluşuyordu.