Kategori: Manşet

  • Bush’tan sonra özür dileyen ABD seçmeni…

    Bush’tan sonra özür dileyen ABD seçmeni…

    Yakın tarih hatırlamak önemli bir meziyettir. Ama hatırlamayanlar için tarihi hatırlatmak çok daha önemlidir.

    ABD’de yapılan 2004 seçimlerinde George W. Bush (oğul olan) ile John Kerry yarıştı. Kerry akıllı mantıklı bir adam olarak Demokratların kesin gelecek gözüyle baktıkları bir adamdı. Bush ise ABD’yi Irak bataklığına sokan, babasının tıpkı kopyası, az zeki, çok Cumhuriyetçi acayip bir adamdı. Gerçekten zeki olan kimse onun gelmesini istemedi. Ama o, 286’ya 251 temsilciyle seçildi.

    O zaman Amerikalılar, zeki ve Kaliforniyalı olanlar bir kam;anya başlattı. Kampanyanın adı Sorry Everybody / Sorry World olarak belirlendi. ABD seçmeninin zeki olanları vallahi biz bu adamı seçmedik beceremedik seçtirmemeyi size de bela ettik diyerek dünyadan özür diledi.

    Özürü nasıl dilediler? Ellerine bir beyaz kağıt alarak bunun üstüne özürlerini yazarak yaptılar bunu…

    Irak işgali, Afganistan işgali, Kore’ye dalma istekleri gibi birçok konuda geçmiş sabıkaları olan evlat Bush, seçmenin özür dilediği bu seçimden sonra Habeas Corpus gibi, birinin özgürlüğünü kısıtlayacaksan bunu yasal olarak yapacaksın tadındaki temel hukuk ilkelerini yasal olarak çiğnedi.

    Sorryeverybody.com sitesi üstünden yapılan bu kampanyaya o kadar çok insan katıldı ve siteyi ziyaret etti ki sitenin aylık barındırma ücreti 7 bin dolarlara çıktı.

    Bu sitenin ardından apologiesaccepted.com ve apologiesnotaccepted.com gibi siteler açılarak dünyanın dört bir yanından pozitif ve negatif tepkiler geldi.

    Sonuçta dünya, ABD’li birkaç seçmenin oyuyla daha kötü bir yer oldu.

    ABD’nin 2016 seçimlerinde daha önce hiçbir yönetim tecrübesi olmayan, George W. Bush’u mumla aratacağı dile getirilen Donald Trump seçildi. Şimdi Amerikalılar yine dünyadan özür dileme derdindeler…

  • PR Dünyası ölürken…

    PR Dünyası ölürken…

    Uzun zamandır herkes PR dünyasının yaşadığı zorluklardan bahsediyor. Ölüyor, bitiyor, gelecek beş yılı göremeyecek hep anahtar kelimeler. Peki neden kötüye gidiyor veya nasıl daha iyi olur konusunda ortada nasıl fikirler var, bunlara hiç ulaşamadım. Madem öyle ben kendi fikirlerimi yazayım, eğer böyle bir çalışma yoksa ona altlık olur, varsa daha önce çıkarılmış fikirlerle kendimi zenginleştiririm diye düşündüm.

    PR Dünyasının aşağı gitme sebepleri

    İç çekişmeler

    Bir sektörün iç çekişmesi olmaz, rekabeti olur. Ama PR dünyasında rekabet yerine iç çekişmeler var. Geç doğmuş bir sektör dünyayla kıyaslandığında. İletişim Türkiye’de çok sonradan öğrenildi. Ama bu kadar kısa zamanda sektör sahipliğinde üçüncü kuşak diyeceğimiz bir konuma gelindi.

    Birinci kuşak kurucu kuşak olarak tanımlanabilir. Gerçekten ülkeye bu iş dalını anlatabilmek için çok çalıştılar ve zorlu bir süreçten geçtiler. İkinci kuşak onların kurduğu düzenin üstünden giden, biraz miras yiyen ama bu bakış açısıyla har vurup harman savuran bir dönem oldu. Üçüncü kuşak zorlu zamanlarda varolmaya çalışan ve bunun için sineğin yağını çıkarmaya hevesli bir kesim olarak geldi. Ancak üçüncü kuşağı tek bir kuşak olarak görmek de yanlış. Zira büyük kurumsal işler yapmak çin kurulmuş ajanslarla küçük ne iş olsa kaça olursa yaparızcıları birbirinden ayırmak şart. (daha&helliip;)

  • Göreli olarak başarılı Einstein’ın karnesi

    02-notas-escolares-de-albert-einstein

    Einstein’ın sevmediği ama başarılı olduğu bir ilköğretim okul hayatının son gününün belgesi bu. İsviçre’de Aaru’da Argovian Kantonu Okulu’ndan mezun oluyor. 3 Ekim 1896 yılında. 1911 yılında yazdığı görelilik teorisinden 25 sene önceki notları bunlar.

    Notlar 6 üstünden verilmiş. Cebir, geometri ve fizik gibi notları tam. En düşük notu Fransızca ile 3. İtalyanca’dan 5 almış. Tarih’ten de tam not almış. Coğrafya sallanıyor.

    Adam başarısız değil. Sadece geleneksel eğitim sisteminden hoşlanmıyor. Adam zeki ve daha fazlasını istiyor. İlköğretim seviyesi ona yetmiyor. Neyse ki oradan harcanmadan çıkıyor. Çıkarken de iddia edildiği gibi çok başarısız bir karneyle değil, gayet iyi notlarla terkediyor okulu.

  • Gölgedeki sözelci

    Gölgedeki sözelci

    Bazı adamlar vardır asla öyle ortalara düşüp bar bar bağırmazlar yaptıklarını. Onlar gölgedeki adamlardır ve güneş gibi birilerini aydınlatır, büyüme ihtimali olanların gölgelerini daha da çok büyütürler. Andrew Lloyd Weber deyince Herkesin kafasında ışıklar çakmaya başlar. Gözünün önünden Phnantom of The Opera geçer, Jesus Christ Superstar geçer, Evita geçer. Tim Rice dediğimiz adam, işte Weber’in yükselmesindeki en büyük itici güçlerden biridir. Onun en önemli söz yazarıdır. O; “Jesus Christ Superstar, who are you what have you sacrificed” diyen, ya da “don’t cry for me Argentina” sözlerini kendimize rağmen mırıldanmamıza neden olan kişidir. Bu kadar büyük bir besteci için esin kaynağıdır. Ozandır, yazardır.

    Onun sözleri olmasa, Weber’in operalarını ıslıkla mırıldanır söyler yine de hoşlanabilirsiniz belki. Ama onun sözleriyle başka bir hal alır, hikaye katılır o operalara. Beynin farklı yerleriyle dinlemeye başlarsınız operayı.

    Yaşayan en iyi söz yazarlarından biri olan Tim Rice’ı analım, andıralım…

  • Mr. Spock’tan öğrendiklerimiz

    Mr. Spock’tan öğrendiklerimiz

    Mr. Spock karakterinin Star Trek dizi ve filmlerinde söylediği enteresan sözleri topladım. Bunları arka arkaya koyunca Leonard Nimoy’un hayatımıza kattıklarımızı daha iyi anlamaya başlayacaksınız…

    Bilgisayarlar mükemmel hizmetlilerdir… Ama asla onların altında çalışmak istemem

    Kötülük müritleri olmadan yayılamaz

    Değişim tüm varlıklar için zorunlu bir süreçtir

    Yetersiz olgular daima tehlikeye davetiye çıkarır

    Kadınların direkt cevap vermekten kaçınma kapasitesini asla anlayamadım

    Komuta etmenin bunun gibi şartlar altında heyecan verdiğini alayabiliyorum. Ama ben bundan ne korkuyor ne de hoşlanıyorum. Komuta etmek sadece olgu ve mantık çerçevesinde ne yapılması gerekiyorsa yapacağım

    Volkanlar asla blöf yapmaz

    İnsan ırkının istemediği şeyleri elde etmek için ne kadar çok şey yaptığını görmek çok ilginç

    İmkansızı elediğiniz zaman geriye kalanlar, olasılık dışı dahi olsa, gerçektir

    Çoğunluğun ihtiyaçları azınlığın ya da tek kişinin ihtiyaçlarından daha önemlidir

    Kaptan, neredeyse şans diye bir şeyin varlığına beni inandıracaktınız

    Kritik zamanlarda insanlar kesinlikle tam olarak görmek istediklerini görür

  • Hiçbir kitabının filmini seyredemeyen üstad

    Hiçbir kitabının filmini seyredemeyen üstad

    Philip_K_DickPhilip K.Dick… Bilim kurgunun babası hala oğlu gibi saçma tanımlara girmek bence yanlış. Değişik bir düşünce yapısı vardı. Zamana takıntılıydı ve bunu da hemen her yazısında bize yedire yedire gösterdi.

    Ama ben biraz bu adamın bararısızlıklarla dolu hayatına bakmak istiyorum. İkizi vardı, öldü. 1928 doğumlu biri olarak 1950’lerde bilim kurgu yazmak gibi bir lanete sahip oldu. İlk hikayesi 1951’de yayımladı. O da popüler romanlar yazmak istese de hiç tutturamadı. Yazısı daima övgü aldı ama dünyanın en zengin yazarlarından biri olamadı.

    Blade Runner olarak tanıdığımız “Do Androids Dream of Electric Sheep?” eserinin filmeştirildiğini görebilirdi belki… Eğer 1982 yılının Haziran ayında film vizyona girmeden 4 ay önce bir şubat günü kalp krizi geçirip beyin aktiviteleri durmamış olsaydı…

    Sonrasında neredeyse tüm kitapları filmleştirildi. Sadece Total Recall iki kez film oldu. En büyük gişe başarısını yakalayan kitabı Spielberg imzalı “The Minority Report” oldu. Toplamda sadece salon gösterimleriden 528 milyon dolar gelir elde etti yazdığı fikirler. Ama o bu paraları göremedi.

    Şimdi herkes onun yarattığı dünyanın filmlerinin hastası. Ama çoğu, yazarın o olduğunu bilmiyor bile…

  • Kedi

    Kedi

    kedi

    Bir bilgisayara bir de bana baktı. İnceden iç geçirdi ve yeter artık dercesine patilerini ellerime koydu. Konuşabilseydi aman sanki yazıyorsun da ne oluyor derdi. Konuşabilseydi gücüm bir ona yettiği için onu sustururdum belki.

    Ters ters baktı bana düşündüklerimi anlamışçasına.

    “Yemeğin mi bitti” dedim konuyu değiştirmek için. Hayır kabının içi ağzına kadar doluydu. Bunu o da biliyordu ben de… Klavyeye uzanan elimin üstüne patisini koydu. Ne yapmaya çalıştığımı biliyordu.

    Göbeğinden kavrayarak sağ elimle koltuğun sağ tarafından yere bıraktım onu. Koltuğun sol tarafına geçerek tekrar kucağıma çıktı. O kadar hızlı olmuştu ki bu olay sanki hala sağ elimdeydi. Tekrar aşağı indirmek için uzanırken sol patisiyle sağ elimi çizdi. Çiziği görmesem de verdiği acıdan hep orada olduğunu bileceğim bir çizik.

    Elimi çektim, hem de hızla çektim. Vuracağım mı sandı yoksa kendimi suçlu hissetmem için bilerek mi yaptı bilinmez, irkildi. Koltuğun sol tarafından aşağı indi.

    Arkasına bakmadan kalorifere doğru yürüdü. Kediler asla arkalarına bakmazdı. orada olan biteni bildikleri için mi, kendilerine güvenleri tam olduğu için mi yoksa umursamadıkları için mi… Bilmiyorum. Ama kediler asla arkalarına bakmazdı bir yere doğru yürürken.

    Kalorifere doğru gitti, sanki onu yapmak için doğmuş kadar becerikli bir hareketle bir hamlede altına girdi.

    Kalorifer insanlar daha çok çalışıp yorulmasın diye belli bir saatte söndürülürdü. Herkesin karar birliğiyle alınmış doğru bir tercihti bu. Artık soğumaya yüz tutmuştu.

    Ama sanırım yine de ve hala benden sıcaktı.

    Kedi gözlerini kapattı.

    Arkama bakmadığım için göremedim. Ama bir şekilde biliyordum gözlerini kapattığını.

  • Hz Muhammed’in resmi hakkında diyanet ne düşünüyor?

    Hz Muhammed’in resmi hakkında diyanet ne düşünüyor?

    hzmHz. Muhammed resimleri insanları ölmesine neden olurken milyonlarca insanın da rencide olmasına üzülmesine yol açıyor. Ben bu konuyu ülkenin en yetkili ağızlarına sormak, onların görüşünü, dini yorumlarını sizlerle paylaşmak istedim.

    Soru: Peygamberimizin resminin hiçbir yerde gösterilmemesiyle ilgili Kur-an emirleri nelerdir? Bu emrin kaynağı nedir?
    Cevap: Sorunuzdan Hz Peygamberin (as) resminin var da gösterilmediği gibi bir anlam anlaşılmaktadır. Oysaki Hz Peygamberin (as) resmi bulunmamaktadır. Şayet çizilmiş olsa dahi bu Hz. Peygamberin (as) gerçek resmi değil, çizen şahsın zihnindeki tahayyülünün ortaya konmasıdır. Bu ise tamamen yanlıştır. Bir kimsenin zihnindeki tahayyulün gerçekmiş gibi ortaya çıkarılması doğru değildir. Konuyla ilgili bilgi aşağıdadır;  Tevhid inancını esas alan İslam, bu inancı korumak için son derece titizlik göstermiştir. Akla ve kalbe, gizli ve açık bir şekilde girebilecek her tür şirk ve putperestlik yolunu kapatmıştır. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.s.) İslam’ın ilk döneminde, ne suretle olursa olsun, tasvir (resim-heykel) yapmayı ve tasvirli eşya kullanılmasını yasaklamıştır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.) şirkle mücadele halindeydi; insanları putlara, heykellere, resimlere ibadetten uzaklaştırıyordu. Nitekim resim ve heykeli şiddetle yasaklayan “Kıyamet gününde en şiddetli azaba maruz kalacak olanlar Musavvirlerdir.” (Buhari, Büyu’, 36; Libas, 89); “Bu tasvirleri yapanlara kıyamet gününde azap edilir ve onlara ‘Hadi bakalım, yaptığınız şu suretlere bir de can verin’ denilir. İçinde suret bulunan eve melekler girmez” (Buhari, Bed’ü’l-halk 7; Libas, 92, 95; Ebu Davud, Taharet 91) gibi hadisler bu dönemde söylenmiştir. Buradan, yasaklanan şeyin bunların kişileri şirke götürmesi, kutsallık ve tapınma aracı yapılması olduğu anlaşılmaktadır (Ceziri, Kitabü’l-Fıkh ala’l- mezahibi’l-erba’a, II, 34). Hz Peygamberin (as) resminin çizilmesi caiz değildir. Bu hassasiyetle müslümanlar peygamberlerin resimlerini yapmaktan uzak durmuşlardır.

    Verilen cevaplar son derece ölçülü ve akıllıca oluşturulmuş. Bu konuda Diyanet’i kutlamak ve takdir etmek gerekiyor.

    Verilen cevap son derece aydınlatıcı, bir o kadar da üzücü.

    Hz. Muhammed ve ona indirilenler, kendisinin putlaştırılmaması için resmedilmesi, tasvir edilmesi yasaklanmış. Bunu o devrin hassasiyetleri içinde anlamak ve takdir etmek gerekiyor. Sonuçta Mekke ve Medine’nin put satarak hayatını satan insanların elinden kurtarıldığını din kültürüne haiz olanlar hatırlayacaktır.

    Ama bu anlatılanlar aslında bir o kadar üzücüdür. Çünkü Kur-an’da Diyanet’in de belirttiği gibi peygamber resmi yapılmaması söylenmemiş, genel olarak putlaştırmaya karşı emirler verilmiştir. Yani putlaştırmadığı sürece onun resimlerini yapmaya karşı herhangi bir dini hüküm göremiyorum. Dolayısıyla bu resmi yapan bir kişi, kamuoyunda iddia edildiği gibi onun hatırasına küfür ve saygısızlık etmek gibi bir amaç taşımaz. “Eyvah resmi çizildi din elden gitti” gibi bir yaklaşım yanlıştır. Hele hele resmini çizdiler diye insanlara saldırmak onları öldürmeye çalışmak insanlık ya da inançlılık değildir.

    Bunları dikkat ve bilgilerinize sunuyorum.

    NOT: Sorduğum sorudan öyle bir şeyi ben çıkaramazdım ama o zamandan peygamber resimlerinin olduğunu hiç düşünmedim. Biz de bir iki din dersinden geçtik…

  • Diyanet: Topluma duyarlıysa lüks harcamasında sakınca yok

    Diyanet: Topluma duyarlıysa lüks harcamasında sakınca yok

    diyanetDiyanet işleri başkanı bir milyon liralık bir Mercedes aldı. Kendisi daha ucuza aldı ama sonuçta bir milyon liralık araba kullanıyor. Ben de kafası karışmış bir insan olarak Diyanet.gov.tr adresine giderek Diyanet’in lüks tüketime bakışını sordum. Lüks tüketim yapanları nasıl uyarmalıyız diye sordum. Aldığım cevap noktasına virgülüne dokunmadan aşağıdaki gibi:

    Cenab-ı Allah her insanı kendisine verdiği nimetlerden hesaba çekecektir. Her müslüman kendisine verilen nimetlerin şükrünü eda etmek ve bu nimetleri Cenab-ı Hakkın rızasına uygun olarak kullanmakla mükelleftir. Bu bağlamda kişi nimetlerin Allah’ın farz kıldığı hakkını eksiksiz verip kibre, ucuba ve başkalarını tahkir durumuna düşmeden, diğer müslüman kardeşlerine ve toplumuna karşı duyarlılığını yitirmedikten sonra kendi konumuna uygun olarak gerektiğinde lüks harcamalarda bulunmasında bir sakınca yoktur.  Dolayısıyla çok zengin ve imkanı olan birinin insanları aldatmak ve kandırmak için kendisine  fakir ve mütevazi süsü vermesi ya da kendisine verilen nimetleri gizlemeye çalışması dinen doğru bir davranış olmadığı gibi gerektiği yerlerde imkanı da varken İslam’ın ve müslümanın izzetini zedeleyecek şekilde cimri davranması da doğru bir davranış değildir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.s.) huzuruna pejmürde kıyafetle gelen varlıklı birini, “Allah sa­na mal verdiyse, O’nun nimet ve ikramı eseri üzerinde görülmelidir!” (Ebu Davud, “Libas”, 14; Tirmizi, “Edeb”, 54) diyerek ikaz etmiştir. Bu şekilde Allah Teala’nın kuluna verdiği nimeti kulunun üzerinde görmekten hoşlandığını belirtmiştir. Ancak bu malı saçıp savurma ve zayi etme hakkı olarak algılanmamalıdır. Zira böyle bir davranış da hem Kur’an’da hem de Peygamber Efendimiz’in mübarek beyanlarıyla yasaklanmıştır ( Bkz. İsra, 26-27; Muvatta, Kelam, 20; Buhari, İstikraz, 19) ve bir müslüman bir nehir kenarında bile abdest gibi bir ibadet yaparken dahi suyu aşırı kullanmamak ve israf etmemekle emrolunmuştur. (İbn Mace, Tahare 48, Had. No: 419; Ahmet b. Hanbel Had. No: 6768). Dolayısıyla lüks tüketim kişiden kişiye değişen bir özellik arzetmektedir; birisi için lüks ve gereksiz olan bir harcama bir başkası için son derece gerekli ve zorunlu bir harcama olarak görülebilir ve o kimsenin bu harcamayı yapmaması cimrilik ve hata olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla bütün bunların birbirine karıştırılmaması gerektiği gibi bir başkasını uyaracak olan bir kimsenin belli bir ilmi birikim ve kültüre sahip olması ve yetkili olması da büyük önem taşımaktadır. Aksi takdirde başkalarının hata ve günahlarını araştırmak, yerli yersiz başkalarını itham etmek vb. dinimizin asla tasvip etmediği durumlar ortaya çıkabileceği gibi kişi kendisini unutma, kendi eksik ve hatalarını görememe ya da kendini kusursuz görüp kibirlenme gibi kişiyi helake götüren bir yanlışa da düşebilir.

    Ben bu açıklamalara şaştım kaldım. Ama Diyanet diyorsa doğrudur diyeceğiz sanırım…

  • Orwell Erdoğan’ı neden alkışlar?

    Orwell Erdoğan’ı neden alkışlar?

    AA306087_.jpgAlev Alatlı George Orwell bugün yaşasaydı Erdoğan’ı alkışlardı dedi. Orwell… Benim en sevdiğim yazar…

    Peki neden sever ve alkışlardı acaba?

    Orwell’i ne kadar tanıyorsunuz bilmiyorum. Kafası çok çalıştığı için, çok düşündüğü için, ütopyalara inandığı için mutsuz yaşadı. Çünkü hayatta her zaman kafası çalışan insanları bulamazsınız, çünkü kimse çevresindekileri düşünerek sürdürmüyor hayatını ve çünkü hayatta ütopyalarda kurduğumuz dünyalara yakın hiçbir şey yok…

    Bir İngiliz olarak emperyalizmi bizzat Burma’da polis olarak yaşadığı için emperyalizmden ve onun kaynaklarından nefret etmiş bir adamdan bahsediyoruz. Totalitarizmin her türlüsünden, insanların baskı altında kalmasından ve sosyal adaletsizlikten nefret etti. Bunu eserlerinde görmemek mümkün mü? 10 kitap ve yüzlerce makale yazmış biri olarak açlık ve sefalet içinde, hastalıklarla boğuşurken, hastanede başarısız bir ameliyatın ardından hayata gözlerini yumdu.

    Sol tandanslı, sosyal adalete dayalı, insanların paylaşarak ürettiği ve çoğalttığı sistemlerdi onun kafasındaki. Rus devriminden sonra kurulması planlanan ama bir türlü kurulamayan şeydi. Hatta bizzat içinde bulunduğu bir türlü faşizm çizgisinden kurtarılamayan İspanya devrimiydi onun istediği.

    O yüzden kaybedilmiş umutlar ve hayallerini Hayvanlar Çiftliği’nde ve tarihi distopyası 1984’te özetledi.

    Şimdi bu adamın Erdoğan’ı nasıl ve hangi sebeplerle alkışlayacağı sebepleri bulmaya çalışalım:

    Sosyal adalet mi? Bu kadar zengin ülkeden fazla sayıda milyarder çıkaran, gelir uçurumunun tavan yaptığı ülkede mi? Yok canım daha neler…

    Eşit paylaşım mı? Kaç paraya yapıldığı açıklandığında ekonominin zarar görmesinden korkulan sarayı yaptıran adam mı? Yok canım…

    Totalitarizmden uzak kaldığı için mi? Herkesin dinlenmesi için kanunlar çıkaran, sonrasında bu kanunlar yüzünden kendisi de dinlenince daha sert dinleme ve hapsi atma kanunları çıkaran birini mi? Yapmayın Allah aşkına…

    Halkın ortak mutluluğu için çalışması mı? Halkı benim yüzde 50’im ve öteki yüzde 50 olarak bölen bir cumhurbaşkanının mı? Bence hiç girmeyin oraya…

    Emperyalizm karşıtlığı mı? Her fırsatta Osmanlı’ya övgüler yağdıran, Ortadoğu emelleri olan birinin emperyalizm karşıtlığı mı? Çok zor be…

    Alev Alatlı’nın yorgun zihnine girmekte çok zorlanıyorum ama bence olsa olsa kitaplarındaki distopyaya canlı örnekler sunduğu için alkışlayabilir Erdoğan’ı… Gerçekten herkesin interentini dinleyen bir Büyük Birader olduğu için… Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar daha eşittir cümlesini somuta indirgediği için… 1984’te geçen çarpıcı slogan “Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cehalet güçtür” cümlesini hergün daha fazla vurguladığı için… Romanında hayal ettiği “Mutluluk ve özgürlük arasında kaldığında insanlar hep mutluluğu seçer” cümlesini gerçek hale getirdiği için…

    Bunlar için alkışlayabilir ancak.

    Başka bir sebep bulamıyorum…